🎎 Hz Peygamberin Tefekkür Günlerini Geçirdiği Yer Neresidir
Hz. MUHAMMED (s.a.s) Hak din olan İslâm’ın son peygamberi (Hicretten önce 53-H.11/571-632). İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teâlâ tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12
Meclislerin en saygını ve üstününü işaret etti. İmam-ı Gazâlî’nin ‘Tefekkür & Düşünmenin Fazileti’ isimli eser insanın ana rahmine düştüğü andan itibaren fiziksel özelliklerini tamamlayana kadar geçirdiği evreyi, kâinatı, gökyüzünü tüm hatlarıyla anlatıyor. Salih Ağbalık yazdı. Kitap.
S-11Uhut savaşı neticesinde Hz peygamberin Hz Ali komutasında müşrikleri takip için gönderdiği ve Müslümanların 3 gün 3 gece ateş yakarak tekrar saldırıya geçmelerini engellediği yer neresidir? * Hamrau’l Esed. S-12 Hicretin üçüncü yılında hangi olaylar meydana gelmiştir? *Hz Ali’nin oğlu Hasan dünyaya geldi.
Peygamberin Hayatı. Hz. Peygamberin Hayatı. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber hakkında “ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem 68/4) buyurulmakta ve bu yüce ahlâka eriştirilen sevgili Peygamberimiz yine Kur’ân-ı Kerîm’de bize “en güzel örnek” (el-Ahzâb 33/21) olarak tanıtılmaktadır. Hiç kuşkusuz Hz.
Hz. Peygamberin Hicret Güzergahı Hz. Peygamber, 1 Rebiülevvel’de Mekke-i Mükerreme yakınlarındaki Sevr Mağarası’ndan hareket etti. 12 Rebiülevvel’de (16 Temmuz 622) Medine-i Münevvere’ye ulaştı. Resûlullah (s.a.s.)’ın hicret ederken izlediği yolu gösteren kroki: - Yeşil hat, Resûlullah (s.a.s.)’ın izlediği yolu,
Peygamberimizin hayatı kısa. Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği: İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teala tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke’de doğdu.
HZ. PEYGAMBERİN BAZI DUA VE TAVSİYELERİ 1— Hz. Peygamber'in (s.a.) Nikâh Duaları: Rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) ashaba, ihtiyaç hutbesi (du-ası)nı şu şekilde öğretmiştir: "Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler, O'-nun mağfiret etmesini isteriz
vmNC. Tâif yolculuğu dönüşü, Resûl-i Ekrem yol arkadaşı Zeyd b. Hârise ile birlikte Mekke’ye girebilmek için bir hâmî bulmak amacıyla araştırma yaptırırken Hirâ Mağarası’nda beklemiştir. Hz. Peygamber’in himaye talep ettiği Ahnes b. Şerîk kendisinin hâlîf olduğunu; halîf olanın himaye veremeyeceğini, Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî de Benî Âmir’in Benî Ka’b’a himâye veremeyeceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber himaye istediği üçüncü kişi olan Kureyşli Benî Nevfel’in müşrik reisi Ebû Vehb Mut’im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf en-Nevfelî el-Kureşî’nin H. 2 himayesinde Mekke’ye girebilmiştir.[412] Mut’im b. Adî’nin soyu, Abdümenâf ’ta Hz. Peygamber’in soyu ile birleştiği için onun amcası oğullarından sayılır ve Hz. Peygamber kendisine “amca” diye hitap ederdi “Ey amcacığım! Bana himaye ver, tâ ki Beyt’i Kâbe’yi tavaf edeyim” 413 ] Zira o zaman –himaye verme hakkına sahip birsinin teminatı ile- Kâbe’yi tavaf edebilmek, Mekke’de serbest dolaşım hakkına sahip olmak demekti. Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in Hayatı, 2014, [412] İbn Hişâm, II,20-21; İbn Sa’d, I,211-212; İbn Habîb, s. 11; İbn Kuteybe, el-Maârif, s. 151; Belâzürî, Ensâb, I,299; İbn Abdilber, el-İstî’âb, I,27-28; İbn Seyyidinnâs 1992 n., I,234. [413] Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, III,269 eş-Şâmile.
KUR’AN’I TEFSİR METODU-4 İbn Huzeyme bir başka yerde şöyle diyor “Allah Teala’nın “…ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar…”Bakara 187 ayetinde, “hayt=iplik” ismi, gündüzün beyazı ve gecenin karanlığı hakkında vaki olmuştur. Bil ki, Araplar, haytın bu manasına aşina değillerdi. Allah Teala Kitabını Arapların diliyle indirmiştir, yoksa Arapların manalarıyla indirmemiştir. “Hayt” dilleridir, bu ismi, gündüzün beyazı ve gecenin siyahlığı için kullanmak keyfiyeti, Resulullah kendilerine bildirmeden önce, onların anladığı bir şey değildi. Kanaatimizce İbn Huzeyme’nin bu sözü izaha muhtaçtır. Şöyle ki Arapçanın lafzı ile manasını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur’anın lafzının manaları, normal olarak, o kelimelerin Arapça’da ifade ettiği manalardır. Anlaşılan, İbn Huzeyme şunu kasdediyor Arapça’da mevcut bazı lafızları Kur’an-ı Kerim, lügavi konuşulan dile ait manalardan şer’i manalara nakletmiştir salat, zekat, münafık gibi. Bu takdirde bu söze, itiraz edilemez. Et-Taberi “Böylece Kur’anda varid söylenen olan müphem belirsiz kelimelerin hükmünü, kıyasla müfesser açıklanmış olana irca geri çevirme etmek caiz değildir. Lakin vacip olan, her biri hakkında tenzilin zahirinin muhtemil olacağı şekilde hükm etmektir. Meğer ki bunlardan bir kısmı hakkında, Resulden zahir hükmü batın hükme ihale eden bir haber varid olmuş olsun. Bu takdirde onun hükmüne teslim olmak vaciptir. Zira Allah’ın muradını açıklayan odur.” Et-Taberi, tefsirinin birçok yerinde, ayetleri izah ederken kendisinin daha mütemayil taraftar olduğu re’yi görüş, gelen bir haber dolayısıyla terk ettiğini ifade eder. Mesela, “İçinizden kim dininden dönerse Allah… Kendisinin onları seveceği, onların da Kendisini seveceği bir topluluk getirir…”Maide-54 ayetinin tefsirinde “…Resulden haber varid olmasaydı, bu kavm, Ebu Bekir ve beraberinde olanlar derdim… Fakat Resulün hadisi dolayısıyla bu kavli terk ettik. Zira Allah Teala’nın vahyinde ve Kitabının ayetlerinin te’vilinde, görünen manası dışında yorumlama beyanın ma’dini aslı Peygamber savdir.” 2. Kur’anın Tefsire Muhtaç Olan ve Olmayan Ayetleri Umumi bir hüküm olarak, Kur’an-ı Kerimin tefsir edilmesinin zaruri olduğunu izaha çalıştır. Bizzat Peygamberimizin, Kitabı açıklama işi ile tavzif vazifelendirilme edildiğini gördük. Fakat bu hiçbir zaman, Kur’anın bütününün veya ekserisinin sav tarafından kati bir surette tefsire kavuşturulmuş olduğu manasına gelmez. Bu mevzuda Taberi’nin fikri ve tasnifi genel olarak ilim ehli tarafından hüsn-ü kabul görmüştür. Onun fikirlerini şöyle özetleyebiliriz Kur’anın bir kısmının te’vilini Cenab-ı Hakdan başkası bilemez. Bunların ilmini Allah Zatına mahsus kılmıştır. Kıyametin vakti, nefh-i sur, sura üflenmesi nüzulü ve bunlar gibi… Hiç kimse bunların vakti hakkında bir şey bilemez. Yalnız şartlarına dair haberler gelmiştir. bu mevzularda bir şey söylediğinde sadece şartlarını söyler, vaktini tahdid tayin ve tespit etmezdi. Deccal mevzuu da bunlardan biridir. Bunları günü gününe, senesi senesine bilmiyordu. Ancak Cenab-ı Hak, bu kabil hadiselerin delillerini ve şartlarını ona bildiriyordu. Kur’anın bir kısmının te’vilini ise, nazil olduğu lisanı bilen herkes anlar. Fakat Arapça’ya vakıf olan insanlar, nihayet kelimelerin lisanda hangi manalara geldiğini bilirler, yahut bazı özel sıfatlarla tavsif edilen mevsufları belirtilen anlayabilirler. Yoksa bu kelimelerle murad edilen birtakım gerekli hükümleri ve durumları kolay kolay anlayamazlar. Zira böylesi bilgileri Cenab-ı Allah Peygamber’ine mahsus kılmıştır. Onun beyanı olmadıkça, bunlar idrak edilemezler. Mesela “Onlara Yeryüzünde fesad çıkarmayınız’ denilince Biz sadece muslihler, düzeltmek için çalışanlarız’ derler. Biliniz ki onlar müfsitlerin bozguncu ta kendileridir, fakat bunu bilmiyorlar.” bakara 11-12 ayetini işitince lisan ehli bilir ki ifsad zararlıdır, terk edilmesi gerekir; ıslah ise faydalıdır, yapılması gerekir. Ancak Allah’ın ifsad ve ıslah saydığı mefhumları ifade edilen mana bilemez. Bilmeyi yalnız Zatına tahsis ettiği hususları ise, Allah’dan başkası bilemez. Buna benzer bir tasnif de Muhammed nakl edilir “Kur’an içinde Cenab-ı Hakkın, ilmini zatına tahsis ettiği hususların olduğunu ve bizim için bunların vakıf olmaya yol bulunmadığını inkar etmem. Bu kısmında emir ve nehiy olarak biz kullara herhangi bir şey terettüpgerekme etmez. Cenab-ı Hak, onlara inanmak ve cümleten teslim olmakla kulluğumuzu ortaya koymak istemiştir.” Alimlerin fikirlerini nazarı itibara alırsak, Kur’anı Kerimin ayetlerini, anlaşılması itibariyle şöyle sınıflandırabiliriz a İlmi Allah’a mahsus olanlar. bİlmi yine vahiy ile tahsis edilmiş olan ayetler. Bunlar genellikle ibadetlere ve ameli hükümlere, bir kısım mugayyabata görünmez, gaybdair mücmel kısa, öz halde ayetlerdir. Bu emir ve hükümler Kur’anda varid söylenen olmuş ise de, ne şekilde ifa edileceği bildirilmemiştir. beyanı olmaksızın, bunlardan ilahi muradı anlamak imkansızdır. Meselea Kur’anda sarih açık bir şekilde “namaz kılın” emri vardır. Müphem belirsiz olarak vakitlerine de işaret edilmiştir. Fakat Arap dilinde “dua etmek” ve “uyluk kemiklerini hareket ettirmek” manasına gelen “salat”dan, Cenab-ı Hakkın muradını ancak beyanı ve tatbikatıyla anlamamız mümkün olmuştur. İşte lügaten –biri kalb ve lisan işi olan duaya, diğeri de bir hareket-i bedeniye işi olan fi’l-i mahsus- iki manaya gelen salat kelimesi şer’an görülegeldiği üzere kalbi, lisani, bedeni ef’al amel ve erkan-ı mahsusadan hususi rükunlar mürekkep meydana gelen, gayet muntazam bir kamil ibadetin ismi olmuştur ki, necasetten taharet, hadesten taharet, setr-i avret, vakit,niyet, istikbal-i kıble namıyla altısı dışından başlayan şart; iftitah tekbiri,kıyam,kıraat,rüku, sücud, teşehhüd oturma hali miktardı ka’de-i ahire son oturuş namıyla içinde yapılan altıda rükun olmak üzere on iki farz; Fatiha, zamm-ı süre, tadil-i erkan, ka’de-i ulabirinci oturuş vs. gibi bir takım vacipleri, bunlardan bşaka bir çok sünnetleri, müstehabları sevilen, sevap kazandıran işler, edepleri, mekruhatı ve müfsidatı, sonra beş vakit ve Cuma gibi farz, vitir ve bayram gibi vacip ve diğer sünnet-i müekkede sürekli yapılan ibadet ve gayr-ı müekkede nevafil nafile olam üzere enva çeşitli ve aksamı vardır ki beyanı fıkıh kitaplarında vardır.” Zikredilen misalde olduğu gibi, ibadet ve muamelata muameleler, işlemler dair bütün ahkam ayetlerini Peygamberimiz hakkıyla tefsir ve beyan etmiş, teferruatlarına varıncaya kadar anlatmıştır. Mevzulara göre tasnif edilmiş hadis mecmuaları, bu ayetlerin geniş bir tefsirinden başka bir şey değildir. Ayrıca nasih nesh eden değiştiren ve mensuh hükmü kaldırılmış, emirlerin kat’i şekli, tergib ragbet ettirme ve terhib korkutma babından olan ayetlerde de murad-ı ilahiye, hadislerle hüküm verilir. İlmi mahsus ayetler, sadece ibadet ve ahkama ait olan ayetler değildir. Bazı mugayyebata gayb, bilinmeyen, bir takım uhrevi ahvale haller ahbar haberler ve kısasa dair tafsilat da bu cümledendir. İşte ilmi kendisine mahsus kılınan ayetleri ve bu ayetlerden-insanlara ulaştırmakla mükellef olduğu ilahi muradı, Peygamberimiz beyan etmiştir. Bu hükmün haricinde kalan hususlarda çeşitli vesilelerle açıkladığı ayetler olduğu gibi, tefsir etmediği ayetler de olmuştur. Bir kısım ayetleri açıklamaya dönük izahları olmuş ise de, bunları ayetin kat’i tefsiridir diye tevkifi alıkoyma bir tarzda söylememiştir. Muhatabın durumuna göre bazen lazımını gerekli olanı, bazen semeresini netice gösterir tarzda beyan etmiştir. Böylece muayyen bir seviyeye ve muayyen sınırlı bir asra değil de, kıyamete kadar gelecek bütün zamanlardaki bütün insanlara hitap eden umumi bir irşad kitabı olan Kur’andan, her asır ve her insan, kalbi ve fikri hayatını tatmin edecek manaları anlama imkanına kavuşmuştur. Bu bazılarının zannettiği gibi Jur’an için bir nakisa eksiklik değil, bilakis gayesinin lazımıdır ve mucizevi taraflarından biridir. Bazı tariflere göre müteşabih aralarında benzerlik bulunan sayılan ayetlerin te’vilini, Cenab-ı Hak belki de Peygamberimize bildirmiştir. Fakat bu hususlarda Peygamberimizin kat’i beyanlarda bulunmayışı, insanların Kur’anı Kerimin ayetlerini bizzat teemmül ve tedebbür düşünme ve fikir üretme etmeleri, tefekkür hürriyetini temin gayelerine dönüktür. Bunlardan başka Kitapta ve sünette varid olmayan, bilmemekte zarar, bilmekte ise ameli bir fayda bulunmayan hususlarda vardır. Sahabiler bunları sormamışlardır. İbn Abbas’dan rivayet edilen bir söze göre “ ashabı, sadece kendilerine faydası olan meseleleri sorarlardı.” Fakat birtakım basit zihinler, lüzumsuz şeyleri kurcalamış, eski tefsirlerin bazısı, lüzumsus bir konuda bir yığın kavillerle sözlerle doldurulmuştur. Mesela el-Bakara suresinin 73. Ayetinin tefsirinde “Buzağının hangi uzvuyla maktule öldürülmüş vurulduğu” Hud suresinin tefsirinde ile beraber gemiye binenlerin kaç kişi olduğu meseleleri gibi. Taberi gibi bazı müfessirler ise bu kabil meseleleri istemeyerek, bazen de tenkid ederek nakl etmişlerdir. cKur’anın bir kısım ayetlerini anlamak, onun ayet ayet nüzülüne şahit olan ayetlerin fiiliyle ve kavliyle tefsirini yapan Peygamberimize müsahabet birlikte bulunma eden sahabenin beyanına mütevakkıftır. bağlıdır Bu kısma daha çok, nüzul sebepleri dahildir. Nüzul sebeplerine dair rivayetler zahiren ashaba mevkuf olsa da, hükmen merfu söz, fiil ve takrirleri olduklarına hükmetmek sayılıralr. ç Ulemanın tefisr etmeye muktedir olduğu ayetler. Resulullah Kur’anın mühim kısımlarını açıklamakla beraber, alimlerin içtihadlarıyla istinbat dolaylı olarak anlama edecekleri hükümler ve nüfuz-u nazarlarıyla keşf edecekleri incelikleri çoklukla bulunmaktadır. İlimde rüsuh ilimde geniş bilgi sahibi olma kazanmayan bazı kimselere göre tenakuz çelişki ve ayetler arasında ihtilaf ayrılık zannedilen hususların hakikatini beyan etme işi de bu kısma dahildir. d Arap lisanına aşina olan he insanın derecesine göre anlayacağı hususlar. 3. Mikdar itibariyle tefsiri Peygamberimizin Kur’anın ne kadarını izah ettiği mevzuunda ihtilaf edilmiştir. “Kur’anın bütün ayetlerini, yahut tamamına yakın ekseriyetini beyan etmiştir.” diyenler olduğu gibi, “tefsir ettiği ayetler sayılacak kadar azdır.” diyenler de olmuştur. Bu hususta kati bir delil bulunmadığından, ayrıca haberlerin sıhhati için ileri sürülen şartlar farklı olduğundan mesela, bilhassa tefsir sahasında sayısı çok olan mürsel tabiinin sahabeden işiterek, sahabeyi atlayıp direk Peygambere isnad ederek rivayet ettikleri hadisler haberler, bazıları indinde sahih sayılırken, bazılarınca ihticaca delil gösterme salih olmayan zayıf haberler cümlesinden sayılmaktadır ve bu sahada, geniş çerçeveli müstakil bir araştırma yapılmadığından, bu mesele hakkında fikir beyan edenler, umumi prensiplerden ve birtakım ipuçlarından hareket ederek hüküm çıkarmışlardır. Gelecek sahifelerde, bu iki aşırı görüşün delillerini tahlil edeceğiz. Dağınıklığa meydan vermemek maksadıyla, her delili zikrettikten sonra, münakaşasınıda birlikte yapacağız. Fakat daha önce, bir mevzuya dair sözünü inceledikten sonra her iki tarafın iddialarını tahlil edeceğiz. a tefsir ettiği miktar hakkında sözü “Peygamber sav Cebrail’in kendisine öğrettiği, sayılabilecek kadar sınırlı ayet haricinde, Kur’andan bir şey tefsir etmezdi.” Taberi Bu hadisin isnadı hakkında cereyan etmiş olan münakaşaların ve sahih olmak kaydı ile manasını yorumlamaya dair fikirlerin özünü belirtmemiz gerekiyor. Et-Taberi hadisin senedindeki Cafer ez-Zübeyri’nin hadis ehli arasında bulunmadığını söyler. İbn Kesir “Bu hadis münkerdir zayıf olan bir ravinin, güvenlir ravilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek kaldığı hadis kabul edilmeyen ve garibdir. metin veya isnad yönünden tek kalmış yahut benzeri, başka raviler tarafından rivayet edilmemiş hadis. İsnaddaki Cafer hakkında el-Buhari “Hadisinde mutabeat tabi olma edilmez.” Hafız Ebu’l-Feth el-Ezdi de “Munkeru’l hadis olduğunu söyler. Ahmed Muhammed Şakir ise “uzun tahkiki neticesinde, cerh ve tadil ravinin, adalet ve zabt sıfatlarını tam olarak taşımadığının tespit edilip ortaya konulması ulemasının çoğunun bu şahsı sika adalet ve zabt sıfatlarını tam olarak taşıyan ravi saydıklarını belirterek, tevsik vesikaya dayanma edilmesini tercih eder. Et-Taberi, Aişe hadisini rivayet ettikten sonra öz olarak şunu ifade eder “Bu hadis bizim iddiamızı takviye eder. Zira biz, Kur’anın bir kısmı ancak beyanı ile anlaşılabilir diyoruz. Emir ve nehye, helal ve harama, hadlere ve farzlara dair mücmel öz halde ayetlerin tafsil edilmesi, tenzilin zahirinde mücmel olan sair şeriatın manalarının açıklanması bu cümledendir. Bunların tafsilat ve hükmü Resulün lisanı üzere Allah indinden varid olmadıkça bilinmez. Cenab-ı Hak bunları yine vahiy tarikiyle, Cibril yahut dilediği bir başka elçisi ile, Resulune bldirir. İşte Cibril’in talimi ile, ashabına beyan ettiği ayetler bunlardır. Ve şüphesiz ki, bunlar sayılabilecek kadardır. Mezkur Aişe hadisinden murad, bazı anlayışsızların kuruntuları gibi, Resulullahın hiç denecek kadar az tefsirde bulunduğu olsaydı, kendisine indirilen Kur’an sanki kendisinin açıklaması için değil de, manasını ve izahını başkasına bırakması için nazil olmuş olurdu. Cenab-ı Hak, Resulüne, kensine inzal ettiğini, insanlara tebliğ ve teybin etmesini emretmiştir. Resulullahın da bu emri yerine getirdiği sabittir. Abdullah hadisinde, Peygamberin Kur’anı, manaları ve amel edilecek hükümleriyle açıkladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Bütün bunlar, zikredilen iddianın cehalete dayandığını gösterir. Diğer taraftan hadisin senedi, Cafer sebebiyle illetlidir zahirde sahih görünen hadisi za’fa uğratan anlaşılması güç, gizli bir kusur veya sebepten ibaret. Tabiinden tefsirden uzak duranlar, fetvadan kaçınanlar gibidir. Onlar Cenab-ı Hakkın Resulü ile dinin ikmal ettiğini, her hadisede nass ile hayut delaletle bir hükmü bulunduğunu ikrar ediyorlardı. Kaçınmaları o mevzularda Cenab-ı Hakkın hükmü olduğunu inkar etmekten değildi. İçtihadlarının, ulemaya yüklenen dereceye ulaşamamasından korkuyorlardı. Tefsirden ictinab edenler de, tevilin ulemaya kapalı olmasından değil, sözlerinde isabet edememe endişesinden idi.” Kitabu-l Mebani sahibi Aişe hadisini şöyle değerlendirir “ Cibril’den öğrenmeye muhtaç olduğu ayetler vardı. Zira o, Resulullahın müşahade etmediği ahvali müşahade ediyordu. Bize göre Resulullah, kendi indinden çok az tefsir etmiştir.” Bu zat daha sonra ashabın, vahyin nüzülünü müşahade ettiklerini ve lisana vakıf olduklarını zikrederek, bu sebepleonların çok az ayetin tefsirine muhtaç olduklarını, bunların da şer’i ahkamın icmal edildiği ve izahı Peygamberin beyanına mütevakkıf bağlı olan ayetler olduğunu söyler. İbn Atiyye “Bu hadisin manası Kur’anın mugayyebatı, gabya dair mücmelinin tefsiri ve emsali gibi Allah bildirmedikçe bilinmesine yol olmayan husulardadır.” diyerek, Resulullahın az tefsir etmesini, bu sahalara tahsis eder. İbn Kesir de et-Taberi gib, Aişe hadisinde geçen “az ayetlerin”, ancak Allah’ın tevfikiyle yardımıyla malum olacak ayetler olduğunu kabul eder ve “Şayet hadis sahih ise; sahih manası budur” der. MEAL VE TEFSİR KRİTİĞİ BİLGİSİ İÇİN AŞAĞIDAKİ SİTEYİ ZİYARET EDİNİZ.
Hz. Peygamber döneminde tefsir nasıl yapılmıştır? Hz. Peygamber'in tefsiri sistematik ve ayrıntılı bir tefsir değil, daha ziyade ayetlerin gerçek anlamlarını sahabeye açıklama faaliyetidir. Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak indirilmesine İbrahim4 rağmen o günün Arapları tarafından hemen anlaşılamayan, açıklama gerektiren ayetler olmuştur. Bunun bazı nedenleri şunlardır Kur'an'ın bazı kelimelere yeni anlamlar yüklemesi. Kıssaların bazen kısa ve öz bir şekilde anlatılması. bazı kapalı ifadeler. Peygamberin görevi vahyi insanlara anlatmak tebliğ ve açıklamaktır tebyin. Bu yüzden Peygamber de gerektikçe ayetleri tefsir etmiştir. Bunu iki şekilde yapmıştır. tefsir örnek sözlü tefsir Bakara239'de geçen "orta namaz" ifadesini "ikindi namazı" olarak açıklamıştır. fiili tefsir namazın nasıl kılınacağı, haccın nasıl yapılacağı göstermiştir. Hz. Peygamber'in tefsiri sistematik ve ayrıntılı bir tefsir değil, daha ziyade ayetlerin gerçek anlamlarını sahabeye açıklama alana not bir sorunuz mu var? Yorumlar 0Henüz yorum yapılmamış. Tefsir 1 0 0 10 Üç aylar nedir? Kameri aylardan ramazan ayı ve öncesindeki iki ay recep ve şaban ayları üç aylar olarak bilinir. Beş kandilden dördü bu üç ay içerisinde yer alır... 2 8 9 9 Fıkıh ve Kelam nedir? Kelam, İslam dininin inanç esaslarına ait teorik temellendirme yapan bir alandır. Fıkıh ise İslam dininin ameli yönünü pratik hayatla ilgili kısım i.. 0 1 0 0 Mezhep, fırka, ekol nedir? Dini yorum farklılıklarını mezhepler ayet ve hadislerin yorumuna, fırkalar siyasi nedenlere ve ekoller ise fikri bir harekete dayandırırlar. Previous Next 0 1 1 0 Yunan Mitolojisi nedir? Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları ve kahramanları hakkındaki hikayelerden oluşan sözlü edebiyattır. Bu efsaneler dünyanın yaratılışını ve doğa olaylar.. 0 1 0 0 Vaftizci Yahya kimdir? Hıristiyanlıkta Vaftizci Yahya John the Baptist olarak bilinen Yahya, Yahudi bir aziz, vaiz ve peygamberdir. MS 27 yılı civarında İsa'yı Şeria Nehri.. Previous Next
Haberler Yaşam Peygamber Efendimizin bir günü nasıl geçerdi Giriş Tarihi 1012 ABONE OL Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed bir günü nasıl geçerdi? Uyandığında neler yapar, gün içerisinde vaktini nasıl geçirirdi? İşte Peygamber Efendimizin bir günü. Peygamber Efendimiz gecenin son üçte birine doğru uyanırdı. Efendimiz de güne sabah namazı ile başlardı. Sabaha doğru müezzin, Resûlullah'ın evine iki defa uğrardı. Birincisinde namaz vaktinin girdiğini haber verir, o zaman Efendimiz tekrar kalkıp sabah namazının iki rekat sünnetini kılar, sağ tarafına uzanıp dinlenirdi. Müezzinin ikinci gelişinde mescide çıkıp kendisini bekleyen ashâbına sabah namazını kıldırırdı. Buhârî, Teheccüd 23
Peygamber Efendimiz nasıl tebliğ yapmıştır? Peygamber Efendimiz’in tebliğ ve davet vasıtaları nelerdir? Hz. Muhammed’in tebliğ ve davet Efendimiz; “Ey örtüsüne bürünen Habîbim, kalk ve inzâr et!” el-Müddessir 74/1-2, “Ey Resûl! Rabbinden sana inen vahyi tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmiş olmazsın…” el-Mâide 5/67 ilâhî buyrukları gereği Allah Teâlâ’nın dinini tebliğe başlamış, insanları dalâletten kurtarıp ebedî saâdete eriştirme yolunda kendini helâk edercesine bir mücâdele ve mücâhede hayatı yaşamıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, insanlara dinin ahkâmını, emir ve yasaklarını bir kısım zarurî ve meşru vasıtalar kullanarak tebliğ etmiştir. Bunların başında Kur’ân-ı Kerîm, gösterdiği mu’cizeler, örnek yaşayışı, verdiği dâvet ve ziyâfetler, yetiştirdiği muallim ve tebliğciler, gönderdiği mektup ve elçiler gelmektedir. Allah Resûlü’nün tebliğ ve dâvet vasıtalarını iyi tahlil edip anlamak, her zaman ve mekânda İslâm’ı en güzel metotlarla insanlara ulaştırmanın yolunu bizlere öğretecek, ufkumuzu açacak ve önümüzü aydınlatacaktır. 1. KURAN-I KERİM Peygamber Efendimizin tebliğinin esâsını ve ana çerçevesini Kur’ân-ı Kerîm teşkil etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî kelâma muhâtab olan ilk kitlenin diline uygun olarak Arapça inzâl edilmiş ve Rabbimizin büyük bir lütfu olarak Peygamberimiz’in diline kolaylaştırılmıştır. Bu sâyede Allah Resûlü, Kur’ân’ı kavmine aktarmış; onun vâsıtasıyla takvâ sâhibi olanları cennetle müjdelemiş, hakka karşı inatla direnen ve şiddetle düşmanlık eden toplulukları inzar etmiştir. İnsanlar için kolaylaştırılan ve üzerinde tefekkür etmeleri istenilen Kur’ân-ı Kerîm, dinleyenleri etkileyen bir özelliğe sâhiptir. Akl-ı selîm sâhibi bir insanın Kur’ân’ı sâdece dinlemesi bile onun Hak kelâmı olduğunu anlamasına kâfî gelir. Dolayısıyla Efendimiz’in bizzat Kur’ân’ı duyurma sorumluluğu bulunmaktaydı. Âyet-i kerîmede “Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, onu himâye et. Tâ ki Allah’ın kelâmını işitebilsin, düşünüp taşınsın, hakîkatlere muttalî olsun Sonra onu emîn olduğu yere ulaştır…” buyrulur. et-Tevbe 9/6 Demek ki Kelâmullâh’ın sadâsının kulaklara ulaşması, îmân nûrunun kalbe yerleşmesine vesile olmaktadır. Diğer âyet-i kerîmelerde ise Peygamberimiz’in “münzir” ve “mübeşşir” yani uyarıcı ve müjdeleyici vasfının ancak Kur’ân vâsıtasıyla gerçekleştiği bildirilmektedir. eş-Şûrâ 42/7; Kâf 50/45; Furkân 25/52 Kur’ân-ı Kerîm Peygamber Efendimizin en büyük mu’cizesidir. Bir hâdis-i şerîfte şöyle buyrulur “Gönderilen her peygambere, insanların îmâna gelmesine vesile olacak bir mu’cize muhakkak verilmiştir. Bana verilen de Allah’ın gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu sebeple kıyâmet günü ümmetimin diğerlerinden sayıca çok olmasını ümit ediyorum.” Bûhârî, İ’tisam, 1[1] 2. PEYGAMBER EFENDİMİZİN MUCİZELERİ Mucizeler nübüvvetin zarûrî bir delili değil, sâdece muhâtaba âni bir tesir yaparak peygamberin doğruluğunu gösteren bir alâmettir. Nübüvvetin esas hedefi fazilet ve güzel ahlâkı öğretmektir. Bu bakımdan peygamberlerin örnek yaşayışları, seciye ve ahlâkları ile meydana getirdikleri mu’cizeleri, kâfirlerin talebi veya bir ihtiyaç üzerine gösterilen ânî, hâricî ve geçici hârikulâde hâdiselerden çok daha önemli ve tesirlidir. İnsanların peygamberlerin sünnetini tâkip etmeleri gerekir. Resûlullâh, tebliğ ve dâvette muhatabın gönlünü ve ruhunu mânen tesir altında bırakarak İslâm’a ısınmasını sağlamak maksadıyla mu’cizeler göstermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu neviden gösterdiği mu’cizeler pek çoktur. Biz sâdece örnek olması bakımından bir kaçına yer verdik. Ancak Peygamberimiz bu tür mu’cizeleri, kendi insiyatifi ile değil tamamen Allah’ın izni ve yardımıyla gerçekleştirmiştir. 3. PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÖRNEK HAYATI Allah’a dâvette tebliğin en mühim vasıtalarından biri, dâvetçinin medh ü senâya lâyık davranışları, yüce vasıfları ve temiz ahlâkı ile ortaya koyduğu örnek yaşayışıdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, tebliğ ettiği esasları öylesine yaşıyor ve mükemmel bir şekilde temsil ediyordu ki ona bakan bir insan, başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan doğruluğuna kanaat getirebiliyordu. Çok defa onu görmek, peygamberliğini kabul etmeye yetiyordu. İnsanları kendisine hayran bırakan bu örnek yaşayış Resûlullâh’ta henüz peygamber olmadan önce de mevcuttu. O, nübüvvetine kadar kırk yıl boyunca nezih bir hayat sürmüş, içinde yaşadığı toplumda yaygın olan günah ve çirkinliklerin hiçbirine bulaşmamıştı. Âyet-i kerîmede “...Vahiy gelmeden önce de içinizde bir ömür yaşadım. Artık düşünmeyecek misiniz?” Yûnus 10/15-16 buyrularak bahsedilen hakîkate işâret edilmektedir. Allah Resûlü, gençliğinden itibaren mürüvvette insanların en üstünü, hayâda en kâmili, asâlette en mümtazı, himâyede en güzeli, tahammülde en kavîsi, sözüne en sâdık, güvende en ileri ve her türlü sefâhetten en uzak olanı idi. Kavmi onu el-Emîn diye vasıflandırmıştı. Hatta el-Emîn vasfı, Peygamber Efendimiz’in ikinci bir ismi olmuştur. Varlık Nûru 25 yaşına geldiğinde Mekke’de sâdece el-Emîn ismiyle çağrılıyordu. İbn-i Sa’d, I, 121, 156 4. PEYGAMBER EFENDİMİZİN YETİŞTİRDİĞİ MUALLİM VE MÜBELLİĞLER Peygamber Efendimiz, fiilî ve sözlü teblîğâtıyla İslâm’ı bizzat insanlara ulaştırırken yetiştirdiği muallim ve dâvetçiler vasıtasıyla daha şümullü bir tebliğ faaliyetine girişmiştir. Feyizli sohbetlerinde gönüllerini kutsî ilimlerle ve manevi nûrlarla dolduran istidâtlı ve kâbiliyetli ashâbını, hem Mekke-Medine sınırları içinde hem de çevre beldelerde İslâm’ı hâlleriyle ve sözleriyle öğretmek üzere vazifelendirmiştir. Çevre kabilelerden ve bölgelerden gelen İslâm’ı öğrenme taleplerine cevap vermek üzere irşad heyetleri göndermiştir. 5. PEYGAMBER EFENDİMİZİN DAVET MEKTUPLARI VE ELÇİLERİ Peygamber Efendimiz’in İslâm’ı cihâna yaymak için kullandığı tebliğ vasıtalarından biri de çevre ülkelerin devlet başkanlarına yazdığı mektuplar ve gönderdiği elçilerdir. Bizzat gitmeye imkân bulamadığı bölgelerin insanlarına mektuplar ve elçiler göndererek tebliğ vazifesini noksansız bir şekilde îfâ etmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre Efendimiz, Mekke döneminde de bir kısım mektuplar göndermiştir. 6. PEYGAMBER EFENDİMİZE GELEN HEYETLER Medine döneminin son yıllarında İslâm, civar beldelerde tanınıp bilindikten sonra kabileler akın akın Peygamber Efendimiz’e gelip Müslüman olmaya başladılar. Peygamber Efendimiz, Medine’ye gelen heyetlerle fevkalâde dikkatli ve nâzik bir şekilde ilgilenmiştir. Onlara karşı, hep değer verici ve iltifat edici bir üslûp kullanmıştır. Onun, gelen heyetlere karşı nâzik davranmansı, problemleri ile yakından alakadar olması, İslâm’ın her tarafta duyulmasına ve her açıdan hüsn-i kabul görmesine sebep olmuştur. 7. BAHŞİŞ, HEDİYE, ZİYÂFET VE TOPLANTILAR Peygamber Efendimiz, kendisine verilen hediyeleri kabul etmiş ve imkân buldukça dost ve düşman herkese, özellikle gelen heyetlere hediyeler vermeye özen göstermiştir. Hatta son hastalığı sırasında birçok sıkıntılar içindeyken bile gelen heyetlere hediyeler verilmesini emretmiştir. Bûhârî, Cizye, 6 Resûlullâh, tebliğe başladığı ilk yıllarda özellikle yakın akrabasını İslâm’a dâvet ederken yemekli toplantılar tertip etmiş, ziyâfetten sonra ilâhî talimatları onlara bildirmiştir. İbn-i Hanbel, I, 111, 159; İbn-i Sa’d, I, 187; Heysemî, VIII, 302-303 Kaynak Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
hz peygamberin tefekkür günlerini geçirdiği yer neresidir