🪄 Hz Musa Hz Hızır Kıssası
73. Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma, dedi. 74. Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey
2k16p2 2k16p2- Kur’an’da. Musa-Hızır Kıssası. Bir vakit Musa genç adamına. demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar. varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim." (Kehf: 18/60) Her ikisi, iki denizin. birleştiği yere varınca balıklarını unuttular.
Etiketler: buzağıya tapma, büyücüler, denizin yarılması, firavun, hızır kıssası, hz hızır, hz musa, israiloğulları, mısırdan ayrılış Firavun'un Çarpık Mantığı Musa (as), Tur Dağı'nda vahiyle birlikte Rabbimiz'den büyük bir ilim almış ve Allah onu özellikle iki konuda eğitmiştir: Kader ve tevekkül.
Bir serçe kuşu geminin güvertesine kondu ve denizden bir iki yudum su aldı. Hızır (as): `Ya Musa! Benim ilmimle senin ilmin; Allah`ın alemleri kuşatan sonsuz ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar eksiltmez` dedi. Sonra Hızır (as) geminin tahtalarından bir ikisini söküp attı. Hz. Musa (as): `Adamcağızlar bizi
GÜNCELLEME 09.05.2020 11:13. Hz. Musa bir gün dağlarda dolanırken Allah’a dua eden bir çobana rastlar. Çoban kendini duaya o kadar kaptırmıştır ki bu içten hali Hz.Musa’nın
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle .. Hz. Hızır ı anlatmak için iki temel kaynaktan yararlanmak gerekir. Bu kaynaklar; Kur an ve hadislerdir. Kur anı Kerim: Hızır kıssası Kur an da EL-KEHF (mağara) suresinde geçmektedir. Bu surede üç olay geçmektedir. Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası Zül-karneyn ve Ye cüc Me cüc olayı
Hz. Hızır Hz. Musa’dan açıklayıncaya kadar kendisine soru sormamasını istemiştir "Dedi ki: Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." (Kehf, 18/70) Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası ile peygambere ve elçilere uymanın önemine bir kez daha dikkat çekilmektedir.
dmE8. Kur’an-ı Kerim’de Kıssası 60- Hani Musa, genç arkadaşına “Hiçbir güç beni durduramaz, ya iki denizin birleştiği yere varırım, ya da yıllarca yol yürürüm ” demişti. Kehf,18/60-82 En doğrusunu Allah bilir, ama genel kanıya göre burada sözü edilen iki denizin birleştiği yer “Akdeniz’le Kızıldeniz’in birleştiği yerdir, iki denizin birleştiği yer, acı göllerle timsah gölünün bulunduğu bölgedeki buluşma noktalarıdır. Ya da Kızıldeniz’deki Akabe Körfezi ile Süveyş Kanalı’nın birleştiği bölgedir. Çünkü bölge Mısır’ı fethettikten sonra İsrailoğulları tarihinin yaşandığı sahnedir. Bununla neresi kastedilmiş olursa olsun Kur’an-ı Kerim bu noktayı kapalı bırakıyor. Biz de bu işaretle yetiniyoruz. Hikâyenin daha sonraki akışından anlıyoruz ki, Hz. Musa’nın çıkmaya karar verdiği bu yolculuğun asıl hedefi, her şeyin ötesinde elde etmek istediği bir sonucun varlığıydı. Çünkü Hz. Musa ne kadar meşakkatli olursa olsun, oraya varması ne kadar sürerse sürsün iki denizin birleştiği yere varmakta kararlı olduğunu açıkça duyuruyor. Kur’an-ı Kerim’in anlattığı şekliyle Hz. Musa kararlılığını şöyle ifade ediyor. “Ya da yıllarca yol yürürüm” ayetinin orjinalinde geçen el Hukb kelimesi bir görüşe göre “bir yıl”, diğer bir görüşe göre de “seksen yıl” demektir. Fakat burada bu kelime bir zaman dilimini belirlemekten çok, kararlılığı ifade etmek için kullanılıyor. 61- İki denizin birleştiği yere vardıklarında yanlarındaki balığı bir kenarda unuttular, o da bir yeraltı deliğinden kayarak denize kaçtı. 62- İki denizin birleştiği yeri geçtiklerinde Musa, genç arkadaşına, “Azığımızı getir bakalım, gerçekten bu yolculuğumuzda çok yorgun düştük” dedi. 63- Genç arkadaşı Musa’ya “Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum, bana onu hatırlatmayı unutturan mutlaka şeytandır, balık şaşırtıcı bir şekilde canlanarak denize kaçtı” dedi. Yine tercih edilen görüşe göre balık pişirilmişti ve bu balığın canlanarak bir delikten geçip denize kaçması yüce Allah’ın buluşma yerlerini bulmasını sağlamak amacı ile Hz. Musa’ya gösterdiği bir mucizedir. Musa’nın genç arkadaşının balığın denize kaçmasına şaşırmış olması, bunu gösteriyor. Eğer balık elinden düşüp denize dalsaydı, bunda şaşılacak bir şey olmazdı. Yolculuğun bütünüyle gaybı ilgilendiren sürpriz gelişmelerle dolu olması bu görüşü tercih etmemize neden oluyor. Nitekim bu gelişme de sözünü ettiğimiz sürprizlerden biridir. Bunun üzerine Hz. Musa bilge ve saygın kul ile buluşması için Rabb’inin belirlediği noktayı geçtiğini ve bu noktanın da kayalıklı bölge olduğunu anlıyor. Bunun üzerine o ve genç arkadaşı geldikleri yolu izleyerek geri döndüklerinde o kulu orada buluyorlar. 64- Musa; `Bizim aradığımız da buydu zaten ” dedi. Hemen geldikleri yoldan kendi izlerini sürerek geri döndüler. 65- Orada kendisine tarafımızdan rahmet sunduğumuz ve katımızdan dolaysız biçimde ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu buldular. Öyle anlaşılıyor ki, bu buluşma Hz. Musa ile Rabbi arasında bir sırdı ve Musa buluşma gerçekleşene kadar genç arkadaşını bundan haberdar etmemişti. Bu yüzden hikâyenin az sonra sunulacak sahnelerinde Hz. Musa’nın, bilge kulla başbaşa kaldığını görüyoruz! 66- Musa, ona “Sana öğretilen bilginin birazını bana öğreterek olgunlaşmamı sağlaman amacı ile peşinden gelebilir miyim?” dedi. Bir peygambere yakışan bir edep tavrı ile peşinden gelip gelmeyeceğini soruyor. Ve işi oldu bittiye getirmeye kalkışmıyor. Bir peygamber olarak bilge bir kuldan olgunlaştırıcı gerçek bilgiyi öğretmesini istiyor. Fakat adamın sahip olduğu bilgi sebepleri belli, sonuçları bilinen beşeri bilgilere benzemiyor. Bu gayba ilişkin dolaysız bilginin bir türüdür. Yüce Allah öngördüğü bir hikmetten dolayı ve dilediği oranda ona bu bilgiden öğretmiştir. Bu yüzden bir peygamber, bir resul olmasına rağmen, Hz. Musa bu adama ve uygulamalarına karşı sabredemiyor. Çünkü bu uygulamalar dış görünüşleri itibariyle akıl ve mantıkla, eşyanın tabiatına ilişkin hükümlerle çelişiyorlar. Bu yüzden bu uygulamaların gerisindeki gizli hikmeti kavramak zorunludur. Aksi taktirde şaşkınlık uyandıracak, hoşnutsuzluğa neden olacaklardır. Bunun için kendisine dolaysız bilgi öğretilen bu kul da Musa’nın, arkadaşlığına ve uygulamalarına karşı sabredemeyeceğinden, bunlara katlanamayacağından korkuyor 67- O kulumuz, Musa’ya dedi ki; “Sen benimle beraber olmaya katlanamazsın. ” 68- “Sebeplerini kavrayamayacağın olaylar karşısında nasıl sabrédeceksin. ” Musa sabretmeye ve dediklerine uymaya söz veriyor. Bu hususta Allah’dan yardım diliyor ve onun iradesini dile getiriyor. 69- Musa “İnşaallah, beni sabırlı bulacaksın, hiçbir konuda sana karşı gelmeyeceğim. ” Adam konuyu biraz daha açıyor, meseleyi biraz daha pekiştiriyor, yolculuğa çıkmadan önce beraberce çıkmalarının şartını belirtiyor. Bu şart, sabretmesi, hiçbir şey hakkında soru sormaması, kendisi sırrını açıklamadığı sürece herhangi bir uygulaması hakkında yorum yapmaya kalkışmamasıdır. 70- O kulumuz, Musa’ya dedi ki; “Eğer benimle birlikte geleceksen yapacağım hiçbir iş hakkında bana soru sorma, benim sana o konuda açıklama yapmamı bekle. ” Musa kabul ediyor… Ve biz onların yaşadığı ilk sahnenin karşısında buluyoruz kendimizi. 71- Böylece yola koyuldular. Bir süre sonra bir gemiye bindiler. O kulumuz bu gemide bir delik açtı. Musa ona, “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın ” dedi. Bindikleri gemide, başka yolcular da var. Denizin ortasında yol alırlarken o kul geliyor gemide bir delik açıyor! Dış görünüşe bakılırsa bu davranış, gemiyi ve yolcularını batma tehlikesi ile karşı karşıya getiriyor, büyük bir kötülüğe neden oluyor. Şu halde bu adam niçin bu kötülüğe yelteniyor? Hz. Musa -selâm üzerine olsun- mantıksal hiçbir gerekçesi bulunmayan bu tuhaf davranış karşısında hem verdiği sözü hem de arkadaşının ileri sürdüğü şartı unutuyor. İnsan bir ilkeyi soyut olarak etraflıca düşünebilir, ama bu anlamın pratik uygulaması, somut bir örneği ile karşı karşıya kaldığı zaman teorik düşünceden farklı bir realite karşısında bulunduğunu farkeder. Çünkü pratik deneyimin soyut düşünceden farklı bir tadı vardır. İşte Musa önceden, sebeplerini kavrayamadığı olaylara katlanamayacağı uyarısında bulunulmuş, ama o sabretmeye karar vermiş, yüce Allah’dan yardım dilemiş, sabredeceğine söz vermiş, ileri sürülen şartı kabul etmişti. Fakat o, bu adamın uygulamalarındaki pratik deneyimle karşı karşıya kalınca tepki gösteriyor, karşı çıkıyor. Evet, Hz. Musa’nın tepkisel ve heyecanlı bir karaktere sahip olduğu doğrudur. Bu karakterin özelliklerini hayatın tüm devrelerindeki uygulamalarında gözlemlemek mümkündür. Örneğin bir yahudi ile kavga ettiğini görünce bir Mısırlı’yı yumruklamış, bilinen o kızgınlığı ile adamı öldürmüştü. Daha sonra yaptığına pişman olmuş, özür dileyerek Rabbi’nden affedilmesini istemişti. Ama ikinci gün yahudinin bir başka Mısırlı ile kavga ettiğini görünce tekrar saldırmıştı. Evet. Hz. Musa işte böyle bir karaktere sahiptir. Bu yüzden adamın davranışı karşısında sabredemiyor, işin tuhaflığı karşısında verdiği sözü yerine getiremiyor. Ne var ki, pratik deneyimden, teorik düşünceden farklı bir tat alma ve apayrı bir gerçekle karşılaşma bütün insanların ortak özellikleridir. İnsanlar fiilen tatmadıkça, pratik olarak denemedikçe meseleleri gereği gibi kavrayamazlar. İşte bu yüzden Hz. Musa kızıyor, adamın yaptığına karşı çıkıyor “Musa,ona “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın” dedi. O bilge kul büyük bir sabır ve yumuşaklıkla, yolculuğa çıkmadan önceki sözlerini hatırlatıyor 72- O kulumuz Musa’ya “Ben sana, benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim?” dedi. Hz. Musa unutkanlığını ileri sürerek özür diliyor; adamdan özrünü kabul etmesini, hemen azarlayıp vazgeçmemesini, verdiği sözü hatırlatmamasını istiyor 73- Musa; `Unutkanlığım yüzünden beni azarlama ve bilginden yararlanma konusunda bana zorluk çıkarma” dedi. Adam Hz. Musa’nın özürünü kabul ediyor. Böylece kendimizi ikinci sahnenin karşısında buluyoruz 74- Yine yola koyuldular. Bir .süre sonra bir genç ile karşılaştılar. O kulumuz, delikanlıyı öldürdü. Musa; “Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın ” dedi. Birinci davranışı; gemide delik açması, dolayısıyla yolcuların boğulma ihtimali idi. Bu ise düpedüz adam öldürmektir. Hem de bilerek öldürmek, sadece bir ihtimal değil… Kuşkusuz bu, büyük bir cürümdür. Söz vermiş olduğu hatırlatılmasına rağmen Hz. Musa, bu olay karşısında da kendisini tutamıyor, sabredemiyor “Musa; “Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın” dedi.” Bu sefer unutmuş ya da söz verdiğini bilmiyor değildir. Bilinçli davranıyor, meydana gelişine katlanamadığı ve hiçbir sebeple izah edemediği bu kötü işe karşı çıkıyor. Çünkü ona göre delikanlı suçsuzdur. Öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemiş değildir. Kaldı ki henüz erginlik çağına erişmediği için yaptıklarından sorumlu da tutulamazdı. Bir kez daha o bilge kul, Hz. Musa’ya koştuğu şartı, verdiği sözü ve birincisinde söylediği; üstüste deneyimlerin doğruladığı sözü hatırlatıyor 75- O kulumuz Musa`ya; “Ben sana benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim?’ dedi. Bu sefer özellikle belirterek “Sana dememiş miydim” diyor. “Sàna” yani açık-seçik ve kesin bir ifadeyle sana söyledim. Buna rağmen ikna olmadın, beraberliğimizi sürdürmemizi istedin, ileri sürdüğüm şartı kabul ettin. Musa kendine geliyor ve iki kere sözünü tutmadığını, yapılan uyarılardan, etraflıca düşünüp ona göre davranmasına ilişkin hatırlatmalardan sonra vaadini unutmuş olduğunu hatırlıyor. Bu yüzden kendi kendine kızıyor, bağlayıcı bir karar olarak önündeki yolları kapatıyor ve bunu kendisi için son fırsat olarak değerlendiriyor 76- Musa; “Eğer sana bir daha bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme, o zaman seni mazur görürüm ” dedi. Surenin akışı devam ediyor ve bu kez kendimizi hikâyenin üçüncü sahnesinin karşısında buluyoruz 77- Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir köye vardılar. Köylüden yemek istediler, fakat ağırlanma istekleri reddedildi. Az sonra yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarla karşılaştılar. O kulumuz, eğri duvarı doğrulttu. Musa ona `Eğer isteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin’ dedi. İkisi de acıkmış. Bu sırada açları doyurmayan, misafir kabul etmeyen cimri bir köyden geçiyorlardı. Bir süre sonra yıkılmak üzere olan eğik bir duvarla karşılaşırlar. Ayet, duvara canlılar gibi irade ve hayat özelliklerini yakıştırıyor ve “yıkılmak istiyor” anlamında “yıkılmaya yüz tutmuş” ifadesini kullanıyor. İşte bu tuhaf adam, hiçbir karşılık beklemeden yıkılmaya yüz tutmuş bu duvarı doğrultmakla uğraşıyor. Hz. Musa, adamın tavrındaki çelişkiyi farkediyor. Aç oldukları halde kendilerine yiyecek vermeyen, kendilerini misafir etmekten kaçınan bir köyde, bu adamı yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı doğrultmaya iten etken ne olabilir? En azından buna karşılık yiyecek almalarını sağlayacak bir ücret istemesi gerekmez miydi? “Musa ona; `Eğer isteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin’ dedi.” Musa’nın bu sözü beraberliğin sonu oluyor. Artık Musa’nın ileri sürebilecek bir mazereti, dolayısıyla da adamla arkadaşlığını sürdürmesine imkân kalmıyor 78- O kulumuz, Musa’ya dedi ki; “Bu olay, birbirimizden ayrılmamızın sebebidir. Şimdi sana sabırla karşılayamadığın olayların nedenlerini açıklayacağım. Buraya kadar Hz. Musa ve surenin akışı içinde hikâyeyi izleyen bizler, kendimizi izleyen ve sırrını bilmediğimiz sürpriz gelişmeler karşısında buluyoruz. Hikâyeyi izleyen bizlerin durumu tıpkı Hz. Musa’nın durumu gibidir. Üstelik biz bu tür garip davranışlarda bulunan adamın kim olduğunu bile bilmiyoruz. Bizi saran kapalı havayı tamamlamak için Kur’an-ı Kerim adamın ismini açıklamıyor. Hem ismin ne önemi var ki. Bu adamın yüce ilahi hikmeti temsil etmesi isteniyor. İlahi hikmette ise, yakın sonuçlara, bilinen önermelere yer yoktur. Tam tersine ortaya çıkan sonuçlar, görme kapasitesi sınırlı olan gözlerin göremediği uzak hedeflere göre değerlendirilir. Bu yüzden adamın adının anılmış olmaması, temsil ettiği manevi kişiliğe uygun düşmektedir. Daha baştan itibaren görünmez, gaybi güçler hikâyede etkin rol oynuyorlar. Örneğin Hz. Musa kendisi ile görüştürüleceği vadedilen bu adamla buluşmak amacı ile yoluna devam ediyor. Ama genç arkadaşı azıklarını kayalıklı yerde unutuyor. Sanki geri dönmeleri için unutmuş gibi. Geri döndüklerinde sözü edilen adamla karşılaşıyorlar. Şayet yollarına devam etselerdi; eğer ilahi takdir tekrar geri dönmelerini öngörmeseydi adamla karşılaşamayacaklardı. Görüldüğü gibi hikâyeye egemen olan hava bütünüyle kapalı ve bilinmezliklerle dolu bir havadır. Bu yüzden ayetlerin akışı içinde adamın adı da gizli ve kapalı kalıyor. Sonra yavaş yavaş sır ortaya çıkıyor… 79- O gemi var ya, yoksul deniz işçilerinin malı idi. Onda bir kusur meydana getirmek istedim. Çünkü bu denizcileri, rastladığı her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar kovalıyordu. Bu kusur sayesinde gemi zalim hükümdarın eline geçmekten kurtuldu. Gemiye verilen bu küçük zarar; sağlam kalması durumunda başına gelecek olan ve gaybın perdesi altında saklı bulunan büyük zarara karşı koruyuculuk işlevi görmüştür. 80- O delikanlıya gelince, onun ana-babası mü’min kimselerdi. Onları azgınlığa ve kâfirliğe sürüklemesinden çekindik. 81- İstedik ki, Rabb’leri onlara o delikanlıdan daha temiz ve daha iyiliksever bir evlat bağışlasın. Şu anda ve görüldüğü kadarıyla öldürülmeyi haketmeyen bu delikanlının gerçek karakteri üzerindeki gayb perdesi kalkıyor ve her yönüyle bu bilge kulun gözlerinin önüne seriliyor. Delikanlının özü itibariyle kâfir ve azgın bir karaktere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Küfür ve azgınlığın tohumları içine ekilmiştir. Bu tohumlar gün geçtikçe kökleşiyor, davranışlarına yansıyor… Şayet yaşasaydı, kâfirliği ve azgınlığı ile mü’min ana-babasını zor durumda bırakacaktı. Kendisine yönelik sevgilerinin etkisiyle onları, kendi yolunu izlemeye zorlayacaktı. İşte bu yüzden yüce Allah, kâfir ve azgın bir karaktere sahip olan bu delikanlımın öldürülmesini, ayrıca onun yerine daha iyi ve anne-babasına karşı daha merhametli bir evladın bahşedilmesini diledi. Ve bu bilge kulunun da o delikanlıyı öldürmesini istedi. Şayet mesele, dış görünüşe göre değerlendirme yapan insanın bilgisine bırakılmış olsaydı, sadece çocuğun o durumu onu ilgilendirecekti. Dolayısıyla yasal olarak öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemediği için elinde çocuğun aleyhinde kullanabileceği bir gerekçe olmayacaktı. Yüce Allah’dan ve yüce Allah’ın kendi tekelinde olan gayba ilişkin bir kısım bilgi öğrettiği kimi kullarından başka hiçbir kimse, herhangi bir insanın gaybın bilinmezlikleri arasında yeralan bir özelliği hakkında karar veremez. Yine hiçbir kimse bu bilgiye dayanarak şeriatın verdiği hükümden farklı bir hüküm ortaya koyamaz. Şu kadarı var ki, yüce Allah’ın emri, sonsuz gayba ilişkin bilgisine dayanır. 82- O duvar var ya, o şehirde yaşayan iki yetim çocuğun malı idi ve duvarın altında bu yetimlere miras kalmış bir hazine vardı. Babaları iyi bir insandı. Rabb’in istedi ki, o yetimler, erginlik çağına erdikten sonra Rabb’lerinin bir merhameti olan hazinelerini kendi elleri ile duvarın altından çıkarsınlar. Yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım. İşte sabırla karşılayamadığın olaylara ilişkin açıklamam budur. Her ikisi de aç oldukları, üstelik köylüler tarafından misafir edilmedikleri halde, bu adamın köylülerden herhangi bir ücret istemeden doğrultmaya çalıştığı bu duvarın altında bir hazine gizliydi, duvarın dibinde şehirde bulunan yetim ve güçsüz iki delikanlıya ait bir servet saklıydı. Şayet duvar yıkılmaya terk edilseydi, altındaki hazine ortaya çıkacaktı. Bu durumda çocuklar kendilerine ait bu hazineyi koruyamayacaktı. Babaları iyi bir insan olduğu için yüce Allah bu iyilikten onları zayıflıklarında, küçüklüklerinde yararlandırmak istedi. Büyümelerini, erginlik çağına erişmelerini, mallarını koruyabilecekleri bir durumdayken hazineyi çıkarmalarını diledi. Ardından adam bu meseleden elini çekiyor. Çünkü bu tür davranışlarda bulunmasını öngören, yüce Allah’ın rahmetidir. Gerek bu meseleye gerekse bundan önceki meselelere ilişkin gaybtan onu haberdar eden, sonra da bu bilgi doğrultusunda onu bu tür uygulamalara yönelten yüce Allah’dır Bunları Rabb’inin rahmeti sonucu yapıyorum, yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım.” Şu anda yüce Allah’ın hoşnut olduğu kullarından başka hiçbir kimseye bildirmediği gayb üzerindeki perde aralandığı gibi, bu adamın uygulamalarının hikmeti üzerindeki perde de kalkmış bulunuyor. Ortaya çıkan sırrın ve açılan perdenin dehşetinden o adam ayetlerin akışı içinde ilk kez göründüğü gibi gözlerden kayboluyor. Meçhulden geldiği gibi tekrar meçhule doğru yol alıyor. Hikâye evrende yeralan en büyük hikmeti temsil ediyor. Bu hikmet, ancak belli oranlarda ortaya çıkar. Gerisi yüce Allah’ın bilgisi kapsamında, perdelerin ötesinde bir gayb olarak varlığını sürdürür. Böylece surenin akışı içinde, Hz. Musa ve bilge bir kulun hikâyesi ile Eshab-ı Kehf hikâyesi; gayba ilişkin meselelerin yüce Allah’a özgü kılma noktasında birleşiyor. Kuşkusuz yüce Allah, olayları sonsuz bilgisi uyarınca bir hikmete göre planlar. İnsanlar ise bu plânı kavrayamazlar. Gaybın üzerine gerili perdelerin önünde dikilip dururlar. Perdelerin ötesindeki sırları da ancak belli oranlarda öğrenebilirler. Tüm Etiketler
Hz. Musa ve Hızır Kıssası Nesir yazısı İsrailoğulları Allah’ın emirlerine asi olduklarından Sina çöllerinde aç ve sefil dolaşmaya başladılar kendine inanan bir gençle yoluna devam etti Bu genç iyi yürekli, temiz bir insandı adım adım takip ediyordu yemek yapıyor, su bulmasına yardım ediyor Ayrıca başka işlerine de yardım ediyordu Yüce Allah ın çok alim, bir bilgili insanla buluşmasını istedi Bunu vahyetti Büyük peygamber o kişiyle iki denizin birleştiği yerde buluşacaktı Günlerce yürüdüler iyi yürekli adam ve Bir gün genç hizmetçi adam balık avladı O sırada tarif edilen yere gelmişlerdi Büyük bir kayanın üzerine oturup görüşecekleri adamı beklediler Hiç kimse yoktu ortalıkta, yeniden yola koyuldular Genç hizmetçi adam avladığı balığı kayanın üzerinde unutmuştu Balık çırpınarak suya karışmıştı, kaybolup gitti Epeyce uzaklaşmışlardı Karınları acıkınca, genç adam balığı hatırladı dönerek özür diledi Dedi efendim kayalığa vardığımızda, balığı orda bırakmıştın Şeytan bana onu, unutturdu Herhalde suya düşüp, kaybolmuştur düşündü Şüphe yok ki Allah o iyi adamla buluşmamız için bunu yaptı dedi Tekrar balığın unutulduğu yere dönmemizi istiyor, sonra geri döndüler Gerçekten o alim adamı orada, kayanın üzerinde oturur buldular adama dönerek Allah’ın sana öğrettiği bilgileri bana öğret dedi ben seninle beraber gezeyim dedi Bu kişi dan başkası değildi tebessüm ederek cevap verdi benim yaptığım işlere tahammül edersen iyi olur dedi , ın yapacağın işlere karışmam dedi söz verdi , o zaman peşimden gel dedi Sonra yaptığım işler yüzünden, bana bir şey sorma dedi Artık gidelim dedi, Uzun bir yolculuktan sonra, deniz kenarında bir gemiye bindiler Gemi denizin ortasına geldiğinde çiviyle gemiye bir delik açmaya başladı korkuyla seslendi Ne yapıyorsun gemi su alırsa, hepimiz boğuluruz kızmada, her işe sabredecektin dedi , dan özür diledi Gemi limana gelince, gemiden indiler Yollarına devam ettiler Yolda ufak oynayan bir çocuk gördüler koşarak çocuğu tuttu ve bir lahzada çocuğu öldürdü yine dayanamadı, bu suçsuz çocuğu öldürdün dedi kızmada, sana dayanamazsın demiştim dedi , yine dan özür diledi Yeniden yürümeye devam ettiler Yolları bir köye uğradı Yiyecekleri tükenmiş, karınları acıkmıştı Yanında paraları da yoktu ve beraberindekiler, köylülerden yiyecek istediler Köylüler yiyecek vermedi, kapıları yüzlerine kapattılar ve çaresiz bir duvarın kenarına oturdular Duvar nerde ise yıkılacak, durumda idi çamur kardı ve duvarı güzelce tamir etti yine dayanamadı sordu ne yapıyorsun dedi Bize bir lokma yiyecek vermeyen, köylülerin duvarını tamir ediyorsun doğruldu, Ya Musa dedi Senle ayrılma zamanımız geldi Üç kez yapmaman gereken işi yaptın Yaptığım işlere sabır edemedin Ya Musa dedi dinle Ya Musa dedi Bu yaptığım her işe gelince Her işte bir hikmet var dedi Sanki öğretmen, da öğrenci idi Oturdular başladı anlatmaya Bindiğimiz gemiyi çiviyle deldim Çünkü gemi fakir üç, dört adamındı Yollarında, uğrayacağı yerlerde zalim bir korsan vardı Onları yakalamasın ve gemi geç gitsin diye gemiyi deldim dedi Allahü Teala bana öyle emretti dedi , seni anlıyorum dedi O zaman peki çocuğu niye öldürdün dedi başladı anlatmaya O çocuğun annesi ve babası Allaha itaat eden dindar insanlardı Fakat çocuk büyüyünce kafir olacak Anne, babasına işkence edecek Allahü Teala bana bildirdi ve öyle emretti dedi Çocuğu da o yüzden öldürdüm dedi Bari ahirette anne, babasına faydası olsun dedi söyleyecek söz bulamamıştı yine O zaman dedi köyde yıkık duvarı niye ördün o zaman dedi Köyde iki yetim çocuk vardı Duvarın altında ise babalarından kalma, hazine mevcuttu Rabbim duvarın altındaki hazinenin Yetim çocukların eline ergenlik çağında geçmesini istedi O duvarı o yüzden ördüm Hazine başkasının eline geçmedi dedi Allahü Teala bana bildirdi ve öyle emretti dedi Bütün bu işleri o yüzden böyle yaptım dedi ellerini havaya kaldırıp Allaha şükretti Bilmediği bir çok şeyi Bu ulu insan sayesinde anlamıştı bu sayede neler kazandığını düşündü anlatılmak istenen İnsan öfkesine hakim olmalı, sabretmesini bilmeli Ayrıca iyilik yaparken karşılık beklememeli Herşeyi bildiğini zanneden insanlardan, daha bilgili insanlar mutlaka vardır dan bunları öğrenmişti Allah’ın izniyle bunları düşünürken Başını kaldırıp baktı, yanında kimse yoktu O iyi adam kaybolup gitmişti Onun nereye gittiğini bilmiyordu Onun nereye gittiğini bilen sadece Allahü Teala idi O bilir her şeyin doğrusunu O tek ilahtır kullarını sever Bu dünyayı gezer Yaşarmış şimdi bile görenler varmış iyilik denince o varmış Gerisini sormayın, doğrusu Allah katında Visited 120 times, 1 visits today
Hz. Hızır , Hz. Mûsâ döneminde yaşamış ve peygamber olması kuvvetle muhtemel, hikmet ve ilim sahibi bir şahsiyet. Kur’ânı Kerîm’de, Hızır isminden açıkça bahsedilmez. Ancak Kehf Sûresi’nin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile ilgili kıssadan “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul…” 18/65 diye sözü edilen şahsın Hızır olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat Peygamber Efendimizden gelen sahîh hadislerde bu şahsın Hızır olduğu açıkça belirtilmiştir bk. Buhârî, ilm 16, 44, Tefsîru’l-Kur’ân, Tefsîru Sûrati’l-Kehf 2-4; Müslim, Fedâil 170-174. Bu rivayetlere göre bir gün Hz. Mûsâ isrâil oğulları arasında vaaz ederken ona kendisinden daha hikmet ve ilim sahibi kimsenin olup olmadığı sorulmuştu. Hz. Musâ “Hayır, yoktur!” diye cevap verince Cenâb-ı Hak bir vahiyle Hz. Mûsâ’yâ Mecm’u’l-Bahreyn’de iki denizin kavuşum yerinde kullarından salih bir kul olan el-Hadir Hızır’in kendisinden daha âlim olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ hizmetinde bulunan genç bir delikanlı ile Hızır’i bulmak üzere uzun bir yolculuğa çıktı. ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, yolculukta yemek üzere azık olarak yanlarına aldıkları balıklarını unutmuşlardı ve Balık bir delikten kayıp denizi boylamıştı. Hz. Mûsâ oradan bir süre uzaklaştıktan sonra yemek için delikanlıdan balığı çıkarmasını istediği zaman balığın denize dalıp kaybolduğunu fârk ettiler. Hz. Mûsâ’nın Hızır’ı bulmasının alâmeti, bu balığın kaybolması olduğundan derhal oraya geri döndüler ve orada Hızır buldular. Bundan sonra Hz. Musa’nın Hızır ile, Kehf Sûresi 66-82. âyetlerinde anlatılan yolculuğu başladı. Hz. Musa’nın yolculuğunda azık olarak taşıdığı balığın Mecme’u’l-Bahreyn’de denize dalıp kaybolması, bazı rivayetlerde ve çeşitli İslâm milletlerinin folklorunda, bu arada Türk folklorunda da bu suyun âb-i hayat olduğu, ölüleri bile canlandıran, içenleri ölümsüzleştiren bir hayat iksiri olduğu seklinde izah olunmuş, burada balığın canlanıp denize dalması meselesinde bir peygamberin hayatının ve Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin söz konusu olduğu unutulmuştur. Buna bağlı olarak, Mecme-u’l-Bahreyn bölgesinde yaşayan birisi olarak Hızır da ölümsüzlük isnâd edilmiş ve kendisine beser üstü güçler ve yetkiler verilmiştir. Hızır aleyhisselâma verilen ilmin mahiyetini anlayabilmek için Musa ile olan yolculuğunu Kur’ân-ı Kerîm kısaca şöyle anlatır Hızır yolculukta karşılaşacakları olaylara Musa peygamberin sabredemeyeceğini kendisine hatırlatmış ve O’ndan sabır için söz almıştır el-Kehf,18/66-70. Önce deniz sahilinde, yolculuk için bir gemiye binmişlerdi. Hızır bir balta ile gemiyi delince kaptan tamir için geri dönmek zorunda kalmıştır. Musa sabredemeyip söyle demiştir “Gemiyi, yolcularını boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın” el-Kehf; 18/71. Yolculuğun sonunda, ilk bakışta görünmeyen ve perde arkası bilgi niteliğindeki sebebi Hızır şöyle belirtir “O, deldiğim gemi, denizde çalışan birkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü gemi yolculuğa devam ederse, ileride her sağlam gemiye el koyan bir kral deniz korsanları vardır” el-Kehf, 18/79. Yolculuk sırasında, diğer çocuklarla oynamakta olan bir çocuğu öldürdü. Musa “Kısas olmadan, masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın, dedi” el-Kehf,18/74. Küçük çocuğun bu erken yaşta vefat ettirilme sebebi Hızır tarafından şöyle açıklandı “Öldürdüğüm erkek çocuğa gelince; onun anne ve babası mü’min kimselerdi. ileride onları isyan ve inkâra sürüklemesinden korktuk istedik ki, Rableri bu ölen çocuk yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin” el-Kehf, 18/80,81. Burada Cenâbı Hak\”kın, anne-babanın hayırlı kimseler olması sebebiyle, ileride kendilerini üzecek, büyük sıkıntılara sokacak bir çocuğu erken yasta vefat ettirip, onun yerine daha hayırlı bir evlâdın verilmesinin, gerçekte o aile için ” hayır” olduğuna işaret ediliyor. Yolculuğun üçüncü merhalesi Kur’an’da söyle anlatılır “Musa ve salih kul yollarına devam ettiler. Sonunda bir köye varıp, halkından yiyecek istediler. Halk ise onları misafir etmek istemedi. Musa ve salih kul, orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler, Salih kul hemen onu doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa “isteseydin buna karşılık bir ücret alırdın, dedi. Salih kul şöyle dedi işte bu seninle benim aramızın ayrılması demektir. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana anlatacağım” el-Kehf, 18/77,78. Evi, ücretsiz tamir etmesini salih kul Hızır söyle açıklar “Bu ev, şehirde iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında kendilerine ait bir hazine vardı. Bunların babaları salih bir kimseydi. Rabbin, onların rüştlerine erip, hazinelerini bizzat kendilerinin çıkarmalarını istedi. Bu Rabbinden bir rahmettir. Ben bunları kendiliğimden değil, Allâh’ın emriyle yaptım. işte, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur” Kehf 18/82. Bu hikmetlerle dolu yolculuktan, insanların günlük hayatta karşılaştıkları bir takım olayların, bazan büyük felaketlerin bir görünen yüzünün bir de asıl perde arkasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bazen şer olarak görülen olayların arkasından büyük hayırların ortaya çıktığı görülmektedir. Âyet-i Kerîmelerde söyle buyurulur “Hoşumuza gitmediği halde, savaşmak size farz kılındı. Belki de hoşumuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlıdır. belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötüdür. Allah bilir siz ise bilmezsiniz el Bakara, 2/216. “… Eğer karılarınızdan hoşlanmıyorsanız. olabilir ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah, sizin için çok hayır takdir etmiştir. ” en-Nîsâ, 4/19. Rasûlullah Hızır ilmiyle ilgili olarak, gemi yolculuğu sırasındaki bir konuşmayı söyle nakleder “Bir serçe, denizden gagasıyla su alıp, gemiye konmuştu. Hızır bunu Hz. Musa’ya göstererek şöyle dedi Allah’ın ilmi yanında, benim ve senin ilmin, su serçenin denizden eksilttiği su kadar bir şeydir” Buhârî, ilm, 44, el-Enbiyâ, 27, Tefsîru Sûre 18/2; Müslim, Fezâil, 180; Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 311, V, 118; bilgi için bk. Ibn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul 1985, V,172-185.
9+ kanatın bu kadar vıcık vıcık olması bence yeter. Biraz ciddi şeyler konuşalım. Fon Kuran'daki kıssaları ayrı bir severim. Okumaktan çok keyif aldığım kuran pasajları genelde bu kuran kıssalarından oluşuyor. hz. musa ve hz. hızır kıssası da benim için önemli kıssalardan bir tanesidir. yanlış hatırlamıyorsam Hz. Hızır Kuran'ın başka bir yerinde de geçmiyor. Geçiyorsa unutmuşum demektir düzeltiniz. Kuran kıssaları gerçekten çok işlevsel olan, aslında son derece spesifik içeriklerin de olabildiği ve boşuna kitaba yazılmamış anlatılardır. içeriğinde büyük deryalar vardır ve epey de hacimli kıssalardır. Bu kıssa da son derece kısa olmakla beraber önemli bir mesaj içeriyor. Genel olarak islam kültüründe Hızır kıssasının esas niyetini anlamak ve hayata geçirmek yerine biz olayın kahramanı bir mite dönüştürüp uçup kaçan, insanlara yardımda bulunan mitolojik bir kahramana dönüştürmüşüz maalesef. Bunun olmasının asıl sebebi islamiyetin yayıldığı topraklarda benzer karakterlerin mit olarak mevcut olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Zaten bilinen anlatılan bir mit ile islam dini karşılaştırıldığında bir yakıştırma yapılmış olabilir. Yapılacak pek bir şey yok. Ancak Hızır karakterinin bu denli efsaneleştirilmesine sebep olan ana etmenin kuran olması bana pek mantıklı gelmiyor. Çünkü bunun için yeterli done kuranda yok. Kıssaya geçmeden önce Kuran kıssaları hakkında bir hatırlatma yapmak istiyorum. Kuranda en geniş kıssalardan bir tanesi de Hz. Yusuf'un kıssasıdır. Yusuf suresinde de oldukça detaylı olarak anlatılır bu kıssa. 111 ayetlik yusuf suresinin son ayetinde de şöyle bir cümle vardır. "Yemin olsun ki onların kıssalarında/hikayelerinde akıl ve gönül sahipleri için bir ibret vardır. Bu kuran uydurulacak bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir. Yusuf/111" Ben bir zamanlar bu kıssalarla pek ilgilenmiyordum kurandan fellik fellik hüküm arıyordum. Oldukça zorlu, yorucu ve keyifsiz bir uğraş. Ne zaman ki bu ayet ayrıca bir ilgimi çekti kıssalar daha bir anlam kazandı benim için. Evet Kuran kıssalarının her biri ayrı ayrı inananlar için birer ibret vesikalarıdır. ibret almak yerine anlatılan karakterden medet ummak da ne bileyim bana makul gelmez hiç. Hz. Hızır hakkında bir sürü "söylenti" var. Onu görenler var, onun yetiştiğini düşünenler var, ondan medet umanlar var. Her yere yetişen uçan kaçan bir evliya olduğunu söyleyenler var vs.. Valla benim buna inanmam için ya birebir şahit olmam gerek ya da kuranda buna dair bir iz bulmam gerek. O yüzden girmek istemiyorum o söylentilere. Kuranda Musa ile Hızır arasında gelişen bir olay, bir yolculuk var biraz ona değinip. Hızır kıssası ne anlatıyor "bana" göre asıl içeriği nedir ona değinmek istiyorum. Ayrıca hızır kıssası diyorum ama kıssada isminin Hızır olduğuna dair net bir isim bile kullanılmaz. Bence birazdan anlatacaklarıma binaen isim bile verilmemiş kuranda. Dedik ya kıssadaki karaktere bir yakıştırma yapılmıştır o kadar. Esasen kuranda ismi bile zikredilmez. Tarihte müfessirler bir yakıştırmada bulunmuşlar anladığım kadarıyla. Bak bu yakıştırma ifadesi de hızır karakteri hakkında anlatılan rivayetlerin dinsel ögelerden çok kültürel mitler olduğunu ispatlar niteliktedir aslında. Eyvallah biz de öyle diyoruz o sebepten. isimlere takılmıyorum çünkü. Kuranda geçmiyor kiii diye yükselmek istemiyorum. Hz. Hızır'a atfedilen bu kıssa kuranda Kehf suresinde 65-82 ayetlerinden ibarettir. Sadece 18 ayet yani. Ben ayetlere değineceğim ama önceden okumanızı da tavsiye ediyorum. Okuduysanız da tekrar okuyun hatta. Zaten 18 ayet 2 dakika bile sürmez güzel bir kaynaktan okuyun da öyle devam edin yazıya. Siz okuyun gelin ben de bu sırada bir sigara içeyim. *** *** ... mphss... püuhss.. Okumuşsunuzdur inşallah. Bu aralıkta sizi beklerken ben bile tekrar okudum çünkü vicdansızlar. Neyse kıssadaki bir kaç detaydan önce genel özeti şöyledir; Hz. Musa "allah'ın katından bir rahmet verilen, lütufların bir ilim öğretilmiş olan" bir kul buluyor. bu kula biz Hz. Hızır demişiz işte. Hz. Musa ona "senden faydalanmak ve bilginden yararlanmak için sana yol arkadaşlığı edeyim mi?" diyor. Ancak Hz. Hızır buna karşı çıkıyor ve "Benimle beraber olmaya dayanamazsın, aklın yetmez kabullenemezsin." diyor. Burada Ziya Paşa'yı analım bence. Özetle hızır, hz. Musa "peygambere" şunu diyor; "idrak-i maali bu küçük akla gerekmez Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez" Hz. Musa da bu çıkışın üzerine sabredeceğine, itiraz etmeyeceğine ve soru sormayacağına dair söz vermiş bulunuyor. Beraber yapılan yolculuklarında Hızır önce gidiyor bir gemiyi kusurlu hale getiriyor bir tarafını deliyor/zarar veriyor. Sonra bir oğlan çocuğuyla karşılaşıyorlar ve Hızır, hiç bir geçerli sebep yokken çocuğu "öldürüyor." Sonra gidiyor yıkılacak bir duvarı ücretsiz olarak tamir ediyor. Bunların her biri için de Hz. Musa dayamıyor ve itiraz ediyor. Olayların sonunda da Hz. Hızır bu yaptıklarının iç yüzünü ve neden yaptığını bir bir anlatıyor. Şer gibi görünen şeylerin ardında gizlenen hayırlarından bahsediyor ya da "hikmetlerinden" bahsediyor. ^^Şimdi kıssadaki hayati detaylara gelelim biraz.^^ Önemli detaylardan bir tanesi Hızır ile diyaloğa giren ve talebelik yapan şahıs sıradan bir insan değil. Hz. Musa bir peygamber. Hz. Hızırın ise hem kuranda hem kuran dışı kaynaklarda bir peygamber olmadığı yönünde bir ittifak zaten var. Buradaki diyalogda Hızır bir peygamber değilken Musa bir peygamberdir. Şimdi kuranda resullerin özelliklerinden epey bahsedilir mesela. Hatta bizzat Hz. Muhammed'in ağzındanmutlak hadis "ben önceki resullerden başka bir şey çıkarmadım 'bana da size de ne olacak bilmem' ben sadece vahye uyarım" dediğini biliyoruz. Ahkaf/9 Ya da ben de sizin gibi insanım dediği ayetler de var. Ayrıca peygamberlerin istemeden de olsa günah işlediği anlaşılan ayetler de var. Hatta hem diğer insanların hem de "kendi günahların" için rabbinden af dile denilen ayet de var. Hatta bir bilgi de şöyle vereyim ki peygamberle yanlarında bulunan münafıkların kim olduğunu dahi bilmezler. ayetlerden bunlar. numaraları vermiyorum isteyene ayet numaralarını da verebilirim. Yani demem o ki peygamberler öyle olayların iç yüzünü anlayabilen, insanların gözünden niyetini okuyabilen, übermensch uhreviyatı olan insanlar değil. Ki zaten bunu bahsi geçen kıssada Hz. Musa üzerinden de anlayabiliyoruz. Musa da olanlara bir türlü anlam veremiyor. Ayrıca insanlar bu dünyada imtihan için vardırlar. Akli olgunluğu olup da imtihan olmayan insanın bu dünyada işi olmaz aslında. Peygamberler de bu imtihana kesin olarak dahildirler. Onlar da sınanırlar ki zaten kuranda anlatılan peygamberlerin hepsi de çok çetin imtihanlara tabii olmuşlardır. Bu sınanma ve imtihan sebebiyle zaten insanların ve peygamberlerin bu şekilde olayların iç yüzünü bilen, uçan kaçan insanlar olması ve aynı zamanda "özgür irade" sahibi olması düşünülemez. Peki kıssada anlatılan Hızır, peygamber bile değilse nedir? insanlar Hz. Hızır'a yardım getiren, sürekli birilerine yetişen bir evliya diyorlar. Hatta cübbeli bursa ulu camiinde gördüğünü iddia ediyordu. Ama ben öyle düşünmüyorum, üzgünüm. Hz. Hızır peygamberin bile vakıf olmadığı bir ilme sahipken ona insan muamelesi yapmak, ondan medet ummak, ya da kendi iradesiyle sıkışan kullara yardım getiren übermensch bir zat olarak kabul etmek hiç de mantıklı değil. Çünkü hızır kehf 67 ve 68. ayetlerde Musa Peygamber'e benimle beraber olmaya "dayanamazsın" diyor ve bu işleri senin havsalan alamaz, iç yüzünü göremezsin ve bundan ötürü dayanamazsın diyor. Bu kehf 68. zaten kıssadan çıkarılacak ibret açısından önemli bir ayet sonradan anlıyoruz ama bu iki ayetten anlıyoruz ki bir peygamberin bile yeterlilik kazanamadığı ilme vakıf olan bu kul kesinlikle bir insan ya da cin değil. Bunların türevi olan sınanan imtihanda olan bir kul değil. insanlar peygamberler de dahil olmak üzere şeriat ile mükelleftir. Bir insanı öldürmek için şeriat kurallarınca haklı bir sebebi olmak zorundadır. Tutup da bir insanın bu çocuk ilerde kafir olacak diyerekten bir insanı öldürmesi şeriata göre haramdır. Ama bu hızır hiç şeriat falan dinlemeden gidip bir çocuğun canını alabiliyor. Soruyorum şimdi. Zahirde haklı bir sebep olmadan can alan kimdir? Cevap kıssanın son ayetinde gizli aslında. "... ^^Rabbin istedi ki^^ o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. ^^Ben bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım.^^ işte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin iç yüzü budur." kehf/82 Kıssada Hızır ismini yakıştırdığımız o Allah tarafından rahmet ve ilim verilen kul bütün detayları veriyor aslında kendisi hakkında. Bir kere insanların anlayamayacağı bir ilimle donatılmasından imtihanda olan bir insan olmadığını anlayabiliyoruz. Bir insan olmadığını anlayabiliyoruz. Musa ile diyalaoglarında insan suretindedir eyvallah ama insan olmadığını söyleyebiliriz. Ve en önemli detay olarak da yaptıklarına işaret ederek Hz. Musa'ya rabbin isteğinden bahsediyor olması ve ben bunları kendi irademle yapmadım diyor oluşudur. Bu detaylardan ötürü en makul ihtimal hızır dediğimiz şahsın Allah'ın emrinde bir melek olması ihtimali. Ayette açık olarak belirtilmediği için melek olmaya da bilir ama imtihanda olmayan ve yaptıkları kendi iradesi içerisinde olmayan doğrudan Allah'ın muradını gerçekleştiren bir kul olduğu kesindir. Yani demem o ki yağmuru indirmek ile görevli olan meleğin adı mikailse eğer mikail ile hızır arasında görev tanımı açısından bir fark göremiyorum ben. Ya da ölüm meleğinin ismi azrailse eğer onunla da hızır arasında bir fark göremiyorum esasen. Hızır dediğimiz o ilim sahibi kul, doğrudan rabbin hizmetinde olan bir kuldan ibarettir ki kendi söylemlerinden de bunu rahatlıkla çıkartabiliyoruz. Haa unutmadan Hızır bir insan, bir evliya olduğunu ve başka bir boyutta hayatta olduğunu öne sürenler olmuş zamanında. Hatta bu görüş hala yaygın. Ben insan olmadığını düşünüyorum elbet hadi velev ki kıssada anlatılan şahıs olan hızır gerçekten kutlu bir insan olsun. Yav güzel kardeşim buna dayanarak Hızır'ın başka bir boyutta yaşadığını ve bu dünyada insanlara yetiştiğini yardım ettiğini falan söylüyorsun. Enbiya suresi 34. ayet açıkça bu konunun önünü kesmiştir esasen. "Biz senden önce de hiç bir beşere ölümsüzlük vermedik..." Olay açık hızır'ın insan olmadığı durumu çok daha güçlüyken insansa senin için daha kötü bir durum çünkü Hızır'ın yaşadığı dönem hiç yoksa 2500 yıl önce oldu bitti. Hızır insansa çoktan öldü yani. Tıpkı Hz. isa gibi.... Neyse buraya kadar yazdıklarım kıssanın ve Hızır karakteri üzerinde dönen spekülasyonları "kendimce" açıklığa kavuşturma denemesiydi. istediğiniz gibi eleştirebilirsiniz yani. Ama bunların bir önemi yok! Başta verdiğim yusuf 111 ayetinde dediği gibi kıssada anlatılan ibret vesikaları benim için daha önemli bir kaç soruma da cevap vermiştir açıkçası. ^^Nedir kıssadan çıkartılacak olan dersler?^^ Kuran'ın insanlara her şeyi öğretme gibi bir iddiası yoktur. Ama en önemli iddialarından bir tanesi de bence şu ki Kuran her şeyden önce insana haddini bildirir! insanların her şeyi bilemeyeceğini öğretir önce. Her an sınandığımızı ve isyan etmemiz gerektiğini hatırlatır önce. Somut bir örnek vereyim mesela. Kurandan da anlıyoruz ki yeryüzünde ne oluyorsa bunlar özgür irademiz dahilinde bizim fiillerimiz bile olsa en nihayetinde Allah'ın onayı/muradı ile gerçekleşiyordur. Ben hiç bir zaman imtihan için yaratılan bir dünyada bebeklerin ölmesinin hikmetini anlayamadım ve anlayamacağım. işte bilmediğimiz halde bir hikmetinin olduğu vurgulanıyor bu kıssada. Bir çocuk ölüyor kıssada mesela bunu hızır'ın kendi iradesiyle yaptığını zannediyor musa ondan tepki gösteriyor ama bu ölüme irade gösteren aslında doğrudan Allah'ın kendisi. Ve kıssa anlaşılsın diye olay özelinde bu işin hikmeti de açıklanıyor. Mesela Hızır Musa'ya bir insan olarak aklın almaz dayanamazsın diyor en başta. Anlıyoruz ki aklımızın yetemeyeceği iç yüzünü hiç bir zaman bilemeyeceğimiz şeyler hakkında desteksiz eleştiriler de bulunmak aslında doğru değil. Allah burada tam olarak göremesek de olan her bir oluşun bir sebebi bir hikmeti olduğunu söylüyor. Menşeini bilmediğim bir deyim vardır hatta bu kıssanın özeti gibidir. "hikmetinden sual olunmaz." Bundan "Allah'ın hiç bir şeyi sorgulamayın, düşünmeyin" dediğini falan çıkarmak da doğru değil. Bilmeyerek sorgulamanın mantıksızlığı açıklanıyor ayette ki kabul edersiniz ki oldukça mantıksız bir hareket zaten. Yoksa sorgulama ve düşünmeyi öğütlediği de çok ayet var kuranda. Ama dedik ya kuran insanın haddini hududunu da bildiriyor. Sınırların ötesini geçmeden sorgulamak hataya düşürür. Bilmediğin hakkında konuşma deniliyor. Bir çocuk Allah'ın rızasıyla ölebiliyor evet. Ve bunun iç yüzü illa hayır olması da gerekmiyor aslında. Şer de olabilir hayır da olabilir ama Allah bunu bilerek ve isteyerek kendi rızasıyla ve hikmeti dahilinde yapıyor. Yani her zerreden haberi var ve ne yaptığının farkın Allah. isyan etme deniliyor. Şuan yerini hatırlayamadığım bir ayete atıf yapmak gerekirse; "Allah ölçüsüz iş yapmaz." Mesela bu kıssayı bununla da sınırlamamak gerekir. Kıssa bir ahlak öğretisi çiziyor en başta. Mesela örnek vermek gerekirse bebek yaşta ölen bir insanın ahirette akıbeti tam olarak ne olacak bilmiyorum. Kuran buna açıkça değinmemiş ya da ben görmedim ama yok yani. Buradan bebeklerin doğrudan cennete gideceğini düşünmek de yeterince mantıklı değil. Bebeği ölenlerin zoruna gidebilir belki ama bebekler cennetliktir demeyi de doğru bulmuyorum ben. Ama akıbetleri hakkında yorum da yapmak istemiyorum. Çünkü bu kıssanın bana aşıladığı bir ahlak var. Allah'la konuşamadığım müddetçe bu olayın iç yüzünü bilemeyeceğim ve durumu aklım almıyor. Bilmiyorum ve bilemeyeceğim bir şey işte. Neden buna kafa yorayım ki? Sonuçsuz bir uğraş. işte burası insanın haddini hududunu bildiği nokta oluyor tam olarak. Taha 51-52'deki musa ve firavun diyaloğunda olduğu gibi Musa'nın Firavun'a dediği gibi "onların bilgisi rabbin katındadır ve o ne unutur ne de şaşırır." Kuran her şey yazmaz elbette. Ancak kuran her şeyin bir şekilde cevabını verir. Bir yol haritası çıkartır. Bir ahlaki öğreti kazandırır. Ve mühim bir mesele olarak; insana haddini hududunu öğretir. "onların bilgisi rabbimin katındadır ve o ne unutur ne de şaşırır." diyebilme cesaretini öğretir.
KAPAK - Hz. Musa Aleyhisselam ve Hz. Hızır Aleyhisselam Kıssası İlim öğrenme isteği, sabır, tevekkül, merak, zulmün karşısında durma, olayların ardındaki sır… Birçok konuda bize örnek olan bir kıssa… Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Hızır aleyhisselam’ın kıssası. Musa aleyhisselam Ya Rabbi! Kulların içinde benden daha alimi varsa bana göster dedi. Allah Teâlâ Evet, senden daha alimi var buyurdu. Musa aleyhisselam Öyleyse onu nerede arayayım dedi. Allah Teâlâ İki denizin birleştiği yerdeki kayanın yanında, balığı kaybettiğin yerde buyurdu. Hani atalarımız demiş ya bin biliyorsan da yine de bir bilene sor diye. Burada da sanki böyle bir durum var. Alim olan Allah’tır, kullarsa Allah’ın ilminden kendilerine ne kadar düştüyse o kadarına sahiptir. Yani kimse tam manasıyla ilimlerin hepsine sahip olamaz. Herkesin bilmediği bir yerler, bir şeyler vardır. Bu kişi peygamber olsa bile. Burada da bu durumla karşı karşıyayız. Allah Teâlâ, Hz. Musa aleyhisselam’a bir ilim öğretmiştir. Hz. Hızır aleyhisselam’a da bir ilim öğretmiştir. Hz Musa aleyhisselam bin bir türlü imtihan yaşayıp her birinden farklı dersler çıkarıp farklı ilimler öğrendiği halde yine de ilim sevdasından vazgeçmemekte ve kendisinden farklı bir ilme sahip olan Hızır aleyhisselam’a arkadaşlık etmek isteyip onun ilminden de faydalanmak istemektedir. Hz. Musa aleyhisselam’ın Hızır aleyhisselam’ı bulacağı yerin tam olarak belli olmaması da bize ilmin sabır gerektirdiğini, aynı zamanda bir arayış içerisinde olmamız gerektiğini öğretmektedir. Yine buradan çıkaracağımız bir diğer ders, ilim yolunda tevekkül göstermenin çok önemli olduğudur. Musa aleyhisselam bir balık aldı ve onu bir zembil içine koydu. Musa, genç adamına demişti ki “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yahut senelerce gideceğim.” Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu. İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman Musa, genç arkadaşına “Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. Genç “Gördün mü, dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.” Musa da demişti ki “İşte aradığımız o idi.” Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler. Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona “Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. Hızır Dedi ki “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?” Musa “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi. Hızır dedi ki “O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!” Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul Hızır gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi “Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.” Hızır “Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Musa dedi ki “Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.” Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın” dedi. Hızır Dedi ki “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” Musa Dedi ki “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın. Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa “İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi. Hızır dedi ki “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.” “Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.” “Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.” “Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.” Bu kıssadan kendimize çıkaracağımız hisseleri şöyle özetleyebiliriz Peygamberler ilim sevdalısı insanlardır. İlim; çaba, gayret, sabır, tevekkül gerektirir. Kendisine kitap verilmiş bir peygamber bile ilim yoluna hiç vakit kaybetmeden çıkıyorsa bizim dönüp kendimize bir bakmamız, çeki düzen vermemiz, üzerimizdeki miskinliği atıp harekete geçmemiz gerekmektedir. Bizim şer olarak gördüğümüz şeylerde nice hayırlar vardır. Hz. Musa’nın Hızır aleyhisselam’a karşı çıkması onun ilminin gerektirdiğidir. Bizlerin de bir kötülük gördüğümüzde bunu düzeltmek için var gücümüzle çalışmamız gerekmektedir. Başımıza gelen olaylara sabretmemiz gerekmektedir. Üç gülük dünya hayatını Allah’ın rızasına uygun yaşayıp sonsuz rahmete kavuşmak için çaba sarf etmemiz gerekir. Vel hâsılı kelam; Azim, Çaba, Gayret Sabır, Tevekkül bizden, Takdir ve Tevfik Allah’tan. Selam ve dua ile… Kaynakça Kehf, 18/60-82 Buhari, İlim 44
hz musa hz hızır kıssası