🎰 Peygamberimizin Çektiği Sıkıntılar Madde Madde
Muhterem Müslümanlar! Ramazan ayında oruç tutmak, İslam'ın beş temel esasından biridir. Oruç, Allah'ın rızasını kazanmak için ibadet maksadıyla gün boyu yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.
Peygamberin Davet Yolunda Çektiği Sıkıntılar. Bu Konuda Hz. Peygamber’in Söyledikleri. - Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: ‘Allah yolunda, hiç kimsenin görmediği eziyetlere katlandım. Benim düştüğüm dehşetli hallere hiç bir kimse düşmemiştir. Öyle zamanlar oldu ki üzerimizden otuz gün otuz gece geçtiği halde ne
Allâhımsenden yakın bir genişlik ve sıkıntılardan çıkış istiyorum. (Kötülüklere karşı da) güzel bir sabır diliyorum. Her türlü (maddi ve manevî) belâlardan senden âfiyet istiyorum. Allâhım âfiyetin devamını senden istiyorum. Senden insanlardan müstağni olmayaı (kullarına muhtaç olmamayı) diliyorum.
İnşaallah Peygamberimizin ve onun pak soyunun hayat tarzlarını sahih hadisler ışığında incelerken bu konuyla ilgili doyurucu bilgiler sunacağız. Göreceğiz ki, onlar bu otoriteyle ancak, zorbalara başkaldırmaya, yeryüzünde bozgunculuk yapmalarına engel olmaya ve azgınlıklarına ve müstekbirliklerine karşı koymaya nail
HZ. MEHDİ'NİN ÖZELLİKLERİ. Hz. Mehdi, ahir zamanda gönderileceği Peygamber Efendimiz (sav) tarafından müjdelenmiş, Müslümanları zulüm ve sıkıntı ortamından kurtaracak, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek kutlu bir şahıstır. Peygamberimiz
Hz Mesih, meb’us bulunduğu toplumdan, maddeciliği ta'dil ederek, metafiziğe kapı aralamış ve aynı zamanda vahy-i semavi ile, ifrat ve tefrite girmeden madde ve ruh arasında bir denge te'sis ederek bu zorluğu aşmıştı. “Eğer yüzüne bir tokat vururlarsa, dön diğer yüzüne de bir tokat vursunlar”diyordu.
ARKA KAPAK YAZISI. Peygamberimiz'den aktarılan pek çok hadiste, yeryüzünde İslam ahlakının hakim olacağı kutlu bir dönemden söz edilmektedir. Peygamberimiz'in bu devri tesvir ederken cennet benzeri özelliklerle anlatılması sebebiyle, bu devreye "Altınçağ" ismi verilmiştir.
xt6q. “Allah, insanı niçin yaratmıştır?” sorusuna sık sık muhatap olmaktayız. Bu ve buna benzer soruların cevabını, akıl ve mantık mizanı ile keşfetmek mümkün olsa bile, ayrıntılı bir izah vermek mümkün değildir. Çünkü, insan aklı ile anlar ki, kainatta hiçbir şey anlamsız, vazifesiz ve faydasız değildir. Öyleyse insan da anlamsız ve vazifesiz olamaz. Ama varlıklardan her birisinin bir vazifesi olduğu ve bu vazife akıl ile görüldüğü gibi, insanın vazifesinin ne olduğunu ve ne yapması gerektiğini akıl ile kavrayamaz. Öyleyse “insanın niçin yaratıldığı” konusu tamamen vahiy ile halledilmesi gereken bir konudur. Demek, vazifemizi öğrenmenin ve bu yolda muvaffak olmanın tek yolu, bu soruyu Rabbimize Hak böyle bir soruya, Kur`an ve Resulü vasıtasıyla şöyle cevap vermektedir“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Zâriyât, 51/56Bediüzzaman Said Nursi gibi bir çok alim ve muhakkikler, bu ayette geçen “ibadet” ifadesine, “Halik-ı Kainatı tanımak ve O`na iman edip ibadet etmektir” diye mana vermişlerdir. Çünkü önce iman ve marifet, ondan sonra ibadet ve hayret gelir. Önce nasıl birisine iman ettiğimizi, hangi özellik ve sıfatlarından dolayı O`na ibadet edeceğimizi bilmeli, sonra nasıl ibadet edeceğimizi ve O`na nasıl teşekkür edeceğimizi kâinatın yaratılması, insan içindir. İnsanın yaratılmasının sebebi ise, yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi, ubudiyet ve kulluktur. Başka bir ayette de"Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz`ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızk olmak üzere yerden meyve ve sâir gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah`a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah`tan başka Mabud ve Hâlikınız yoktur." Bakara, 2/21, 22 buyurulmakla, insanın takva mertebesine ulaşabilmesi ve Allah`ın ihsanlarına karşı şükür vazifesini yerine getirmesi ancak ibadet ile ibadet; İnsanın inanç ve itikadını sağlamlaştırır ve kuvvetlendirir. İnsanların fikirlerini Cenab-ı Hakkın emirleri ve yasakları doğrultusunda odaklanmasını sağlar. Böylece insanlar, mükemmel bir intizama girmekle kainattaki ilahi hikmet doğrultusunda hareket etmeye başlar. Çünkü kainatta bulunan her varlık gibi, insanların da başıboş ve vazifesiz olmadığı anlaşılır. İnancın insanda tesirli olmasını, temin eder. Yoksa insanda bulunan iman, tesirsiz kalır ve zamanla söner. İbadeti sağlam olmayan kişilerin zamanla Müslüman olmayanlar gibi düşünmeye başlaması, bu iddiamıza bir delildir. Dünya ve ahiret saadetine vesile olur. Zira Allah`a ibadet halinde olanların kalb ve ruhlarındaki ferahlık, dünyada saadete ermelerine vesile olurken ahirette de İlahi ihsan ve ikramlara vesile olacaktır. Dünya ve ahiret işlerini tanzim eder. Evet, gerek dünyaya gerekse ahirete ait işlerin düzenli ve adil olabilmesi ancak ibadet ile mümkündür. Allah`ın hakkı olan ibadete gereken ehemmiyeti vermeyenlerin, kul hakkına riayet etmesi elbette beklenemez. Şahsın mükemmel olmasına katkıda bulunduğu gibi, milletlerin de yüksek bir seviyeye ulaşmasına vesile olur. Evet İslamiyet`e sonradan giren kişi ve toplumların, bu gibi itiraflarına tarih çokça şahit olmuştur. İslamiyet`ten evvelki Arab toplumu ve bu toplumdan Hz. Ömer İbn-i Hattab`ın ilk hali ile Müslüman olduktan sonraki halleri, bu konuda verilebilecek çok güzel örneklerden sadece bir tanesidir. İnsanın Allah`a ulaşması ve O`na dostluk kurabilmesi açısından, elde edilebilecek en yüksek ve şerefli bağdır. İnsanın menfaatlerini elde etmesi için sahip olduğu şehevi duyguların, düşmanlarını def` etmek için kendisine verilen gazap hislerinin ve iyi ile kötüyü birbirinden ayırması için kendisinde bulunan akıl kuvvetinin istikametli çalıştırılabilmesini sağlar. Yoksa insanda iman ve imanı kuvvetlendiren ibadet olmasa, o zaman haram helal demeden menfaat gördüğü her şeye saldırır. Kendisine zararı olmayanlara da zarar verir. Akıl da istikametli karar veremez, hakkı batıl batılı da hak görür. Müslümanların birbirlerine daha sıkı sarılmalarını ve birbirlerinin kusurlarına bakmamaları gerektiğini, ruh, kalp ve hatta nefislerine ve kulluğun hülasası, özeti, komprimesi ise namazdır. Çünkü, namaz hem İslam`ın tüm farz ibadetlerini içermekte hem de bütün yaratıkların ibadet şekillerini de kapsamaktadır. Mesela namazda insan, bir şey yiyip içmemekle oruç tutar. Kıbleye dönmekle bir nevi hacca gider. İçinde şehadet getirir. Elbiselerinin, ömrünün ve vücudunun zekatını kıyamda durmakla ağaçları, dağları ve daima kıyamda ibadet halinde olan melekleri temsil eder. Rükua varmakla hayvanların duruşunu temsil edip, ibadetleri rükudan ibaret olan meleklerin vaziyetini gösterir. Secdeye giderken taş, toprak ve sürünen hayvanların ibadetlerini ifade etmekle beraber, secdeden başını kaldırmamak suretiyle Allah`a karşı ibadetini yerine getiren meleklere benzemeye bu tarz külli bir ibadet olan namazla, insanın bütün mahlukat ve mevcudatın en faziletlisi ve en şereflisi olduğu da ortaya çıkmaktadır. Çünkü, hem maddi ve cismani hem de manevi ve ruhani varlıkların Allah`a karşı sundukları ibadet çeşitlerini ve çiçeklerini, tek başına bir çiçek buketi olarak sunmaktadır. Cesedi ve ruhu ile kainatın özeti ve maketi hükmünde olan insan, namaz ile tüm ibadetlerin komprimesini de kendin de temsil insanın tüm kainatta bulunan varlıklar namına ibadet etmesi de yine namazla mümkündür. Çünkü namaz külli bir ibadet olması hasebiyle, namaz ile insana maddi ve manevi, küçük ve büyük olan her şeyin ibadetini temsil etme ve Allah`a kendi namına sunma kabiliyeti ve özelliği de verilmiştir. Namazın içerdiği hakikat ve mahiyetlerin çok külli ve geniş olduğu gerçeğini birkaç madde de açmaya çalışalım. Şöyle ki;1. Namaz, daha öncede bahsedildiği gibi, bütün melek ve ruhanilerin ibadet şekillerini Namaz, dünyanın tüm maddi ve ceset sahibi varlıkların da ibadet şekillerini Peygamber Efendimizin “Namaz, müminin miracıdır.”1 hadisinde, insanı Allah`a ulaştıran ve yaklaştıran en mühim vasıtanın namaz olduğunu Bir hadiste “İnsanın Allah`a en yakın olduğu an, secde anıdır.”2 buyurulmakla, Allah`a yaklaşmak için en keskin ve tesirli vasıta Namaz, dini duygularımızın ve taşıdığımız imanın korunması için en büyük bir sebeptir. Buna “Namaz, dinin direğidir.”3 hadis-i şerifi işaret Namaz, insanı bütün fuhşiyat ve kötülüklere karşı koruyan bir kalkan özelliğindedir. Kur`an-ı Kerimde “... Hiç şüphe yok ki namaz, insanı çirkin işlerden ve haramlardan alıkor...” Ankebut, 29/45 buyurulmakla, hakkıyla kılınacak bir namazın insanı, her türlü kötülüklerden muhafaza edebileceği ifade Namaz, insanı manen temizleyen ve günahlardan arındıran ilahi bir iksirdir. Bu konuda Allah Resulü birinizin evinin önünden akan bir sudan günde beş defa yıkandığınız takdirde sizde bir kir kalmadığı gibi, Allah beş vakit namaz sayesinde de, günahlarınızı öylece yok eder.”4buyurmakla, namazın günahların temizlenmesindeki rolünü de ifade etmiş Namaz, İmandan sonra gelen en kıymetli bir cevherdir. Zira Kur`an-ı Kerimin çok yerlerinde imandan sonra hemen amel-i salih tabiri geçmektedir. Amel-i salih`in en büyüğü ise, namazdır. Bazı ayetlerde ise, imandan sonra direkt olarak namazdan bahsedilmektedir. Bakara suresinin başlarında müminler için “Gayba iman edenler ve namazı dosdoğru kılanlar.” diye Namaz kılmak hem çok kolay hem de çok kârlı bir ticarettir. Çünkü kılınmasının ve ifasının ne kadar kolay olduğunu herkes bilir. Ama kârına ve neticesine baktığımızda, rahatlığıyla zıt orantılı bir kara sahip olduğunu görürüz. Evet namaz kılanların aldıkları ücret azımsanmayacak kadar büyüktür. Bunlar; dünyada kalb ve ruh rahatlığı, kabirde ışık ve gıda, mahşerde senet ve berat, sıratta nur ve burak gibi bir binek, cennette ebedi bir sohbet Namaz, Allah`a karşı yapılan ve yapılacak en büyük zikirdir. Zikir, kelime itibariyle hatırlama ve anma demektir. Kur`an-ı Kerim“Sana vahyedilen kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et! Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allah`ı namazla anmak, elbette en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.”Ankebut, 29/45 ayetiyle, ibadetlerin en kapsamlısı olan namaza “en büyük zikir” demektedir. Evet insan, kıldığı namazın tüm hareket ve duruşlarıyla Allah`ı hatırlamaktadır. Bu hatırlama abdest almaktan başlar. Kabeye teveccüh etmek, tesbih, hamd, tekbir ve Lailahe illallah demek, kıyam, rüku ve secdeye varmak hep zikir ve anmadır. Böylece dili, kalbi ve kalıbı hep aynı minval üzere Namazda, Cenab-ı Hakka bütün kainatı terbiye eden unvanıyla muhatap olunmaktadır. Çünkü “Hamd alemlerin Rabbi olan Allah`adır ayetinde geçen “Alemlerin Rabbi ” ifadesi çok geniş manalı bir terimdir. Dolayısıyla bu unvanla Allah`a yönelmek ancak külli bir makam gerektirir. Zira, Rububiyet Cenab-ı Hakkın terbiye ediciliği anlamına gelmektedir. Allah her mevcudu veya alemi, farklı farklı terbiye etmiştir. Her rububiyet tecellisine muhatap olan varlıklar, farklı bir şekil, güzellik, süslenme ve mükemmelliğe sahip olmaktadır. İşte namazda söylediğimiz “Alemlerin Rabbi” ifadesiyle, Allah`ın tüm kainattaki terbiye ediciliğini medh ediyor ve ilan Namaz yardımıyla bir mümin, geçmiş ve gelecek tüm mahlukatın ibadetlerini kendi yapıyormuş gibi veya onların temsilcisiymiş gibi ibadet edebilir. Yani bu kapı kendisine açıktır. Mesela Fatiha suresinde okuduğumuz, “İyyake na`büdü ve iyyake nestein” Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz. ayetinde geçen “biz” tabiri hakkında Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, şayet ayette “ben” denilmiş olsaydı, bu ibadet sadece insana has kalırdı. Ama “ben” yerine “biz” denilmesiyle, yapılan ibadet kainat kadar büyümüş olur. Yani “biz” zarfında üç cemaatin ibadetleri mevcuttur. Bunlar;a. Vücudumuzun bütün hücrelerinin yaptıkları fıtri ibadetleri,b. Hz. Âdem kıyamete kadar gelmiş ve gelecek tüm müminler cemaatinin ibadetleri,c. Kainatta var olan maddi veya manevi tüm varlıkların Namazda okunan “tahiyyat” duasında geçen “ettahiyyat” ifadesiyle tüm hayat sahiplerinin, “elmubarekat” kelimesiyle çekirdekler, yumurtalar, tohumlar ve nutfelerin, “essalavat” kelamıyla ruh sahibi varlıkların, “ettayyibat” tabiriyle de bütün peygamberlerin ve yüksek seviyedeki melek ve ruhanilerin ibadetlerini, Allah`a kendi namımıza ve hesabımıza sunma şerefi bu izahlardan sonra Peygamberimiz bir hadiste buyurduğu “...Gözümün nuru namazdır."5 cümlesinin ve vefatı vaktinde çektiği sıkıntılar içerisinde bile, sahabelerine “Namaza dikkat ve devam ediniz.”6 vasiyet ve tavsiyesinin ne demek olduğu ve nasıl bir hakikati ortaya koyduğu biraz daha iyi anlaşılmış bk. el-Munavî, Feyzu’l-Kadir, 1/497; el-Kari, Şerhu’l-Mişkat, 2/523; el-Alusi, 6/361; Razi, 1/226.2 bk. Müsned, II, 421; Müslim, Salat, 215.3 bk. Tirmizî, İmân 8; İbni Mâce, Fiten 12.4 bk. Buharî, Mevakit, 6; Tirmizî, Edep, 80.5 bk. Nesâî, İşretu'n Nisâ l; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 128, 199.6 bk. Müsned, 1/78.
En büyük çileler, başta Cenâb-ı Hakk’ın en sevgili kulları olan peygamberlerin, daha sonra da peygamber vârisi Hak dostlarının ve derecelerine göre sâlih kulların başından geçmiştir. Peki hangi peygamber neyle imtihan edilmiştir? Peygamberlerin intihanları...Hayat, imtihan sırrına binâen, dâimâ düz bir çizgi üzerinde devam etmez. Bazen inişleri, bazen de çıkışları olur. Lâkin insanın îman bakımından hangi seviyede olduğunu gösteren ve gönül dünyasını aslî sûrette ortaya koyan, bu iniş-çıkışlarda sergilediği hâl ve tavırlardır. Yani bir mü’min, kavuştuğu bir imkân, nâil olduğu maddî bir servet veya kazandığı bir zafer dolayısıyla aslâ şımarmayacak, taşmayacak. Karşılaştığı bir imtihan veya düştüğü bir çile dolayısıyla da sabrederek ecrini Cenâb-ı Hak’tan bekleyecek. Unutulmamalıdır ki insanı olgunlaştıran, çilelerdir. Meselâ sâhillerdeki taşlara dikkat ettiğimiz zaman görürüz ki, üzerlerinde hiçbir pürüz kalmamıştır. Asırlarca dalgalar tarafından dövüle dövüle pürüzlerinden arınmış, cilâlanmış, pırıl pırıl olmuş, ayrıca granit gibi de sağlamlaşmıştır. Bu sebeple en büyük çileler, başta Cenâb-ı Hakk’ın en sevgili kulları olan peygamberlerin, daha sonra da peygamber vârisi Hak dostlarının ve derecelerine göre sâlih kulların başından geçmiştir. Mevlâmız da Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birinden fazlasını teşkil eden kıssalar vesîlesiyle, bizlere peygamberlerin başından geçen meşakkatli ve çileli hâlleri bildirmiştir. Tâ ki, onların çilelerle dolu ebediyet yolculuklarında gönül huzurlarını nasıl dâimâ koruduklarını, hangi ahvalde olursa olsun, nasıl dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ edip sığındıklarını ve hiçbir zaman ümitsizliğe düşmediklerini tefekkür edip, kendimiz için gerekli dersleri çıkarabilelim. PEYGAMBERLERİN İMTİHANLARI Meselâ İbrahim -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hak ile dostluk yolunda ne büyük çileler çekti. Gönül meyvesi olan evlâdıyla imtihan olundu. Malıyla imtihan olundu. Ateşe atılmak sûretiyle canıyla imtihan olundu. Lâkin Allâh’a olan engin tevekkül ve teslîmiyeti sebebiyle hepsinden de muvaffakıyetle geçti. Neticede Halîlullah oldu, Allâh’a dost oldu. Eyyûb -aleyhisselâm- bütün musîbet ve sıkıntılarına rağmen, hâlinden şikâyetçi duruma düşmemek ve takdîre rızâda kusur göstermemek için, hastalığını Cenâb-ı Hakk’a arz etmekten, kendisi için sıhhat ve âfiyet dilemekten bile çekindi. Nihâyet zevcesinin ısrarları karşısında sadece “…Rabbim! Başıma bu iptilâ geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!..” el-Enbiyâ, 83 diye niyazda bulundu. Bu duâ üzerine Cenâb-ı Hak, kullukta dâim olanlara bir rahmet hâtırası olmak üzere onun derdini giderdi, hastalığına şifâ verdi ve kendisine yeniden mal ve evlâtlar lûtfetti. Cenâb-ı Hak sabır, şükür ve hâle rızâ makâmında zirveleşen Eyyûb -aleyhisselâm- için “…O ne güzel kuldu!..” Sâd, 44 iltifatında bulundu. Yusuf -aleyhisselâm- kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, çok sevdiği babasına uzun bir müddet hasret yaşadı, iftiraya uğradı ve neticesinde senelerce zindanda kaldı. Fakat bir an dahî düştüğü bu mihnet ve sıkıntıdan dolayı Cenâb-ı Hakk’a karşı isyâna sürüklenmedi. Kulluk şuur ve idrâkiyle sabretti. Cenâb-ı Hak da en sonunda onu Mısır’a sultan yaptı ve bütün sevdiklerine kavuşturdu. Mûsâ -aleyhisselâm- inatçı ve nankör bir kavimle binbir türlü sıkıntı yaşadı. Onların îmâna gelmesi için çok gayret gösterdi. Lâkin onlar en ufak bir boşlukta dâimâ isyan ettiler. Cenâb-ı Hakk’ın onlara olan büyük ihsanlarını gördükleri hâlde; “…Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz burada oturacağız!” el-Mâide, 24 diyecek kadar küstahlaştılar. Sâlih, Hûd ve Şuayb -aleyhisselâm-; îmâna davet için hak ve hakîkati anlatmak istediklerinde devamlı kavimlerinin taşkınlıklarıyla karşılaştılar. Hattâ kavimleri tarafından; “–Eğer tevhîdi tebliğden vazgeçmezsen seni öldürürüz!” tehditlerine muhatap oldular. Lût -aleyhisselâm- ahlâksızlıkta hayvanlardan daha öteye geçmiş bir kavimle ne büyük bir çileye muhatap oldu! Kendi hanımı bile fâsıkların tarafında yer aldı. Nuh -aleyhisselâm- dokuz yüz elli sene kavmini hidâyete dâvet etti. Oğluyla imtihan edildi. Yine bu kıssalar içerisinde Ashâb-ı Uhdûd’un, ateş dolu hendeklerin içine atıldığı, ilk Îsevîlerin Roma sirklerinde aslanların dişleri arasında can verdiği, Habîb-i Neccar’ın zâlim bir kavim tarafından taşlanarak şehid edildiği, Firavun’un sihirbazlarının ise Mûsâ -aleyhisselâm-’a îman etmeleri sebebiyle kolları ve bacaklarının kesilip hurma dallarına asıldığı nakledilmektedir. Lâkin onlar bir an dahî îman zaafiyetine uğramadılar. Devamlı “…Yâ Rabbi! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslümanlar olarak al!” el-Arâf, 126 diyerek son nefeslerinde îman mücâdelesi verdiler ve şehîden Rab’lerine kavuştular. Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen Ashâb-ı Kehf de, zâlim Dakyanus’un zulmünden kurtulmak ve tevhîdi yaşamak için bir mağaraya sığındılar. Cenâb-ı Hak da onları üç yüz dokuz sene o mağarada muhâfaza eyledi. Mükemmel bir örnek şahsiyet olarak insanlığa armağan edilen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatı ise, çileler ve ıztıraplar manzûmesidir. Nitekim kendisi bu hâlini; “…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurarak ifâde etmişlerdir. Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472 Ancak çektiği çilelerin hiçbiri, Allah Rasûlü’nün metânetini ve muvâzenesini bozamamıştır. O, bütün bunları büyük bir olgunluk ve rızâ hâliyle karşılamıştır. Gönlü nice acılarla dağlanmasına rağmen, gül yüzünden tebessüm hiç eksik olmamıştır. O’nu hiç kimse, hiçbir zaman asık bir yüzle, çatık kaşla ve abus bir çehre ile görmemiştir. Zira O, Hak Teâlâ ile beraberliğin neşe ve huzûru içinde dâimâ tebessüm hâlinde bulunmuş, her hâlükârda İslâm’ın güler yüzünü aksettirmiştir. Peygamber Efendimiz’in zamana yayılmış temsilcileri olan Hak dostları da, başlarına gelen çileleri; hiçlik, acziyet ve kulluk hislerini inkişâf ettiren, kalbin Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşmasını temin eden bir nîmet bilmişlerdir. Zira Hakk’a yakınlığın lezzeti karşısında dünyadaki bütün çile ve ıztıraplar, onların gözünde ve gönlünde ehemmiyetini kaybetmiştir. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl 2018 Ay Temmuz Sayı 161 İslam ve İhsan
peygamberimizin çektiği sıkıntılar madde madde