Yaban Romanının Olay Örgüsü Kısaca

qwBp. Yaban Romanı Tahlili Yaban ÖzetBirinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiş olarak İstanbul’a dönen Yüzbaşı Celal, işgal altındaki şehrin manzarasına ve insanlarına tahammül edemez, burada boğulur gibi olur. Alabildiğine kötümser bir hava içinde biraz nefes alabilmek için Anadolu’ya sığınmaya karar yer olarak emir eri Mehmet Ali’nin Haymana dolaylarındaki köyünü seçer. yaban incelemesiSeçer ama, Ahmet Celal burada da büyük bir hayal kırıklığı karşılaşır. Köy baştan başa yoksulluk, kirlilik, gerilik ve cahillik içindedir. Köylü ise kendisine bir türlü yaklaşmak, yakınlaşmak istemez. Kendisine çevrenin dilinde “yabancı” demek olan “yaban” adını takarlar. İlişkisi olan birkaç kişi dışında hemen hemen hiç kimse onunla ilgilenmez, dostluk kurmaz. Çolak sakat subayın ısrarla kendilerine yönelme çabasını boşa çıkarırlar. İstiklal Savaşı, bin bir zorluk içinde, fakat tam bir destan niteliğinde devam etmektedir. Ancak köylüler savaşla da ilgili değillerdir. Yüzbaşı Celal, hiç olmazsa bu ulusal konuda onları uyarmak, heyecana getirmek istese de bu da bir sonuç vermez. Köylü, Salih Ağa gibi zorbaların, Şeyh Yusuf gibi tamamen cahil şeyhlerin elinde, pençesinde kıvranmakta, fakat bunun farkında bile olmamaktadır. Yaban romanı özetTek yakını olan emir eri Mehmet Ali, yeniden askere alınınca, Yüzbaşı Celal köyde büsbütün yalnız kalır. Bu sırada Emine adlı, saf, temiz bir köylü kızını sever. Hatta onu ailesinden isterse de ailesi, hem yaban, hem çolak olan Celal’e kızlarını vermezler. Bu durum onun bunalımlarını daha da sırada, düşman ordusu köye yaklaştığı halde halkta hiçbir telaş ve heyecan görülmez. Aksine hemen hemen herkes, rahatlarını bozup, düşmanla savaşan Mustafa Kemal Paşa’ya düşmandır. Evet durum yıllardır cahil bırakılan köylüde vatan, özgürlük kavramı yok olmuş, bunu yerine tam bir uyuşukluk gelmişti. Çünkü yüzyıllar boyu hükumet onlara ne hekim, ne öğretmen yollamış, ama vergi için tahsildarları her zaman karşılarına dikmiş, asker lazım olunca gencecik çocuklarını alıp alıp düşman köye gelir. Fakat ilk anda ortalarda hemen hemen hiç kimseyi bulamaz. Köylüler akıllarınca savunmaya geçmek, için yakınlarındaki bir derenin içine askerleri, savunmasız halkı ite kaka köy meydanına toplar. Büyük küçük herkese akla gelmez işkenceler yapar. Evlere girer, eşya adına ne bulursa yağmalar, köylülerin birçoğunu öldürür, sonra da ortalığı ateşe kurbanlık koyun gibi toplatılıp rastgele işkence yapılan köylüler arasında Emine de bulunmaktadır. Yüzbaşı Celal, sevgisinden bir türlü kutulamadı bu genç kadını o kargaşalık arasında kolundan çekip bir tarafa götürür. Burası oldukça kuytu yıkık bir duvar gibidir. Bir süre burada beklerler, fakat buldukları bu yerde de mermi yağmaya başlayınca koşmaya çalışırlar. Ne var ki bu sırada ikisi de birer kurşun yemiştir. Bir ağaç dibinde birbirlerinin yaralarını üstlerinden kopardıkları çamaşırlarla bağlarlar, biraz dinlenir, tekrar kaçmaya yarası ağır olan Emine’nin artık takati kalmamıştır. Yüzbaşı Celal köye geldiğinden beri tuttuğu hatıra defterini bitkin kadının avuçları içine bırakıp, son bir güçle doğuya doğru yollanıp, ufuklarda kaybolur…Yaban Romanı İncelemesi Videolu AnlatımYaban Romanı İnceleme“Yaban, Karabibik ve Ebubekir Hazım Tepeyran’ın “Küçük Paşa”sından sonra köyü ve köylüleri konu edinen, devrin gerçekçilik düşüncesine uygun olarak yazılan üçüncü eserdir. Ancak konuyu diğer ikisinden farklı olarak tarihi ve sosyal bir problem şeklinde gündeme getirir.”Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandır. Konuşması, tavırları, kısacası her şeyi onların tavırları dışındadır. Ahmet Celal, hayatındaki bir takım olumsuzluklardan kurtulmak adına Mehmet Ali’nin köyüne gider. Burada köylülerin arasına karışarak, yenilenmeyi unutmuştur. Ancak daha sonra bunun yazgı olduğunu fark eder. Bu şekilde de Yakup Kadri, konuyu sosyal bir boyut haline getirir. Yargıladığı Türkiye’nin aydın kısımlarıdır. Yaban ile birlikte Yakup Kadri, bu eseriyle düşler ülkesi gibi bir görünüm arz eden köy edebiyatını yıkar. Yaban incelemesiYakup Kadri’nin Yaban adlı eseri, gerçekçilik akımına uygun olan bir eserdir. Emile Zola ve Honore de Balzac’tan etkiler taşıdığı görülmektedir. Eserde özellikle de köylü kahramanların anlatılışında natüralizm akımının izleri de Kadri, kişilerini verirken kaba bir tasvirle verilmez. O ayrıntıları titişzlikle seçer. Anlatılan kişiyi yansıtan en tipik çizgileri kalınlaştırır. Kişilerin dış görünüşlerindeki ayrıntılarından çok kişiliklerinin dışa yansıması olan davranışları belirginleştirir. Yaban tahlili Romanın Ahmet Cemal’in anıları biçiminde yazılmış olması öz biçim uyumunda başarıyı sağlar.“Yakup Kadri, sağlığında romanın dilini sadeleştirmiştir. Bu sadeleşmelerde, eski sözcüklerin yerine yeni ya da daha anlaşılır karşılıkları konulmuştur. Örneğin; “halihamur – haşır neşir, emare – belirti, hırzıcan – dört gözle, levs – pislik, istihale – değişme, hassa – duygu, inhina – kıvrım vb.”Yakup Kadri, romanında “Batı kaynaklı” dediğimiz kelimeleri sıkça kullanır. Bunu ilk basımlarında görmekteyiz, ancak daha sonraları kelimelerin Türkçe karşılıklarını kullandığını görmekteyiz. Örnek olarak ; “klavn – soytarı, bas relief – kabartma, peplas – entari, kask – kasket, trofe – çelenk” gibi“Yaban’da özensiz yazıldığı kanısını uyandıran yada romandan çok “esasal” ya benzetilmesine ve eleştirmenlerin dikkatinin içeriğine çekilmesine neden olan şey belki de Yaban’ın roman türünün en önemli özelliklerinden yoksun görünmesi. Bir olay örgüsü yoktur. Dolayısıyla belli bir gerilime, bir gelişime, bir bütünlüğe de sahip değildir.” Yaban romanında bir takım kültürel unsurlarda bulunmaktadır. Bunlar aile, vatanseverlik, temizlik, namus Türk köy ailesinin en güzel örnekleri mevcuttur. Özellikle Mehmet Ali ve ailesi köy ailesinin tipik örneğidir. Ancak Mehmet Ali’nin ailesinin tuhaf davranışlar sergilemesi, misafirperverlik anlayışına ters kavramı da romanda geniş yer kaplar. Ahmet Celal’in vatanı uğruna bir kolunu feda etmiş olması, düşman işgalini yakından takip etmesi ve Ahmet Celal’in kurtuluşa olan ümidini hiçbir zaman yitirmemesi, vatanseverlik konusu da romanda özellikle vurgulanmıştır. Anadolu köylüsünün temizlikten yoksun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Ahmet Celal, köye geldiği sıralarda köyün ne kadar bakımsız ve pis olduğu abartılarak anlatılmıştır. Porsuk çayının bile pis olduğu bir yer teşkil eden namus unsuru da, olaylar içerisinde geçmektedir. Romanda Süleyman’ın karısının namusunu temizlemek amacıyla Cennet’ten boşanması ve daha sonra tekrar Cennet’le evlenmek istemesi anlatılır. Süleyman’ın başından geçenlerBir defa Cennet’i bulmak için haftalarca köy köy dolaşmış. Sonra bilmem nerede, ikisi de birden rastgelmiş. Cennet, onu önce tanımaz gibi görünmüş ama Süleyman ısrar edince demiş ki“Pekala, pekala ama, bu iş böyle olmaz aramızda geçeni duymayan kalmadı. Senin namusun beş paralık oldu. Şimdi bunun bir çaresi var; beni bir kere boşarsın namusunu temizlersin.” Yaban Romanının incelemesiYaban Romanı Olay Örgüsü⦁ Ahmet Celal’in kurtuluş savaşında kolunu kaybetmesi. ⦁ Kendini yalnız hisseden Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’nin köyüne gitmesi. ⦁ Köydeki insanların onun, hal ve hareketlerinin onlara ters gelmesi ve onlara uymamasından dolayı Ahmet Celal’e yaban adını vermesi. ⦁ Ahmet Celal’in bir gün dere kenarında gezerken Emine’yi görmesi ve ona aşık olması. ⦁ Emine’nin emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in nişanlısı olduğunu öğrenmesi. ⦁ Emine’nin İsmail ile evlenmesi. ⦁ Süleyman’ın karısı Cennet’in eve aşığını alması. ⦁ Köylünün Cennet ve aşığını evde basması ve ikisinin köyden uzaklaşması. ⦁ Yunan ordusunun köye gelmesi ve o zamana kadar köylüleri bir takım konulara inandıramayan Ahmet Celal’in, kahramanca tek başına Yunanlıların karşısına çıkması. ⦁ Bir kenarda saklanan köylülerin Yunanlılar tarafından bulunması ve köy meydanında toplatılması ve aralarında bir çatışmanın meydana gelmesi ve Ahmet Celal’in bu çatışmadan kaçarken, Emine’nin ağır yaralanması ve yürüyememesinin sonucunda, Ahmet Cemal’in günlüğünü Emine’ye bırakıp gitmesi. Yaban Romanı Şahıs KadrosuEserde baş kahraman Ahmet Celal’dir. Mehmet Ali, Salih Ağa, İsmail, Emine Cennet, diğer şahıslar olmakla beraber, bu kişilerin yanında çok az da tanınan kişilerde vardır. Mehmet Ali’nin sert mizaçlı annesi Zeynep Kadın, köylünün dini inançlarını istismar eden Şeyh Yusuf, diğer köylüler gibi milliyet duygusu gelişmeyen, Bekir Çavuş Ahmet Celal’e göre köydeki tek olumlu tipi temsil eden on bir on iki yaşındaki Hasan ile ninesi Emeti Kadını dekoratif unsur olarak diğer kişiler tek yönüyle tanıtılan karakterlerdir. Bu karakterlerin psikolojik derinliklerine inilmez. Bu kişilerin en akla geleni Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’dir. Salih Ağa ve muhtar da bu CelalRomanın baş kahramanıdır. I Dünya Savaşın da bir kolunu kaybetmiş yedek subaydır. Bir paşa çocuğudur. Çok karamsar bir yapıya sahip olduğunu görmekteyiz.“Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini işin tamam olduğunu; aşkın arzunun, ümit ve ihtirasın bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendimize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumaya mahkum olmak.” Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım? Lakin işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı?”Köylüler, Ahmet Celal’e yaban adını vermiştir. İlk başlarda buna kızar, ancak daha sonraları bu duruma alışır. Fakat köylülerin kendisine uzak durmasını içine sindiremez. Çünkü köylüye karşı bazı üstün özelliklerinin olduğuna inanmaktadır. “Zira, sağ kolumu, ben onlar için kaybettim.” “Ben Celal Paşa’nın oğlu Ahmet, emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi bücür İsmail’i kıskanıyorum.” Ahmet Celal köye ve köylüler bir Türk gözü ile değil, Batılı bir aydının gözü ile bakmaktadır. Yani kendi toplumuna yabancı, kendini Batıya kendi insanından daha yakın gören bir Batı hayranı olarak karşımıza çıkar. “Ah ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba idi bu düğün! Mutlaka Avrupa’da bir cenaze bundan daha ferahtır”Ahmet Celal, romantik bir yapıya sahiptir. Bunun yanında vatanseverlik özelliği de roman boyunca görülür. Düşmana karşı köylüyü uyandırmak istemesi ve bunda da başarılı olamaması karşısında, düşmanın karşısına tek başına çıkması, onun bu iki özelliğini ortaya çıkarır. “Hayır, hayır artık bir harekette bulunmaya gücüm kalmadı. Burada kalıp öleceğim. Hatta onlar köye geleceği gün, askeri elbiselerimi giyeceğim. Önlerine kılıcımı sürüye sürüye çıkacağım. Ta ki ilk hamlede, süngüleri ile vücudumu delik deşik etsinler diye.”Kısacası, Ahmet Celal, bu romanda kendi toplumuna yabancı, romantik ve bedbin bir tip olarak karşımıza AliÇevre değişikliklerinden çok çabuk etkilenen bir yapısı vardır. I. Dünya Savaşı’nın bitiminde, köye döndükten sonra, davranış ve hareketleriyle tamamen değişmiş ve köylülere uymuştur. “Zaten buraya geldiğimiz günden beri, Mehmet Ali benim hükmümden büsbütün sıyrılmış, tamamıyla asker olmazdan önceki haline dönmüştür” Yaban İncelemesiİsmailMehmet Ali’nin kardeşidir. Soğuk yaradılışlı ve inançlı bir tip olarak karşımıza gelir. Ağabeyi askere gittikten sonra iyice küstahlaşır. Hatta annesine bile el Ağa“Köyün en zengini olmasına karşın, dilenci kılıklı bir tiptir. Çok sinsi ve menfaatperest bir karakteri onun ruh halin, ayaklarının ve ayak baş parmağının hareketleri ile tanıtır.”EmineEmine, Ahmet Celal’in aşık olduğu ve İsmail’in önce sevgilisi, sonrada karısı olan Emine karakter olarak fazla tanıtılmaz. Onu İsmail ile evlenmeden önceki çocuksu hareketleri ile evlendikten sonra olgun bir kadın olarak açısından düşük bir kadındır. Üstelik kurnazdır. Ahmet Celal cenneti romanda şöyle tanıtmaktadır “Cennet, levent gel gelelim kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarını rastık çeker ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkekten ürküp kaçmaz. Herkesin içinde hatta benim bulunduğum yerlerde bile elini kolunu sallayarak, göğsünü gere gere dolanır. Tarlada çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı çağırır.” Yaban İncelemesiSüleymanKılıbık ve korkak bir yaradılışlı bir tiptir. Onu şu satırlarla daha iyi tanıyoruz “Süleyman bütün manası ile, Türk masallarında ki keloğlan tipidir. İtaatli, kılıbık ve birazda filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. … Onda bitmez tükenmez yolculukların yarattığı sabır, kuşlar, kurlarla düşüp verdiği sadelik, bir yüksek yaşantı haline gelmiştir.” Yaban İncelemesiZeynep KadınMehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip, çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını, askerde savaşlarda yitiren yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil YusufSalih Ağa, köyü ekonomik yönden sömüren bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise Şeyh Yusuf köylüyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde cinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen çok pasaklı bir ÇavuşDaha önce askerlik yapmış olduğu için, Ahmet Celal’e öbür köylülerden daha yakındır. Konuşmalarıyla, iyimser ve cahil olması göze çarpar. Düşünce yapısıyla köylülerden farklı olmadığı izlenimini veriyor. Yaban İncelemesiYaban Romanında ZamanYaban’da zaman olarak I. Dünya Savaşı’nın bitiminden 1918 Sakarya Zaferi’nin kazanılışına kadar 1922 olan süre alınır. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanımı vardır ⦁ İleriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Geriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Kozmik zaman kullanımıYaban’da ileriye sıçramalı zaman kullanılmıştır. Bu süre 1918’den 1922’ye kadar olduğu için ileriye dönük denmiştir. Yaban Romanında MekanRoman, anı biçiminde yazılmıştır. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sıralarında Haymana Ovası’nın ortasında, Porsuk Çayı kıyısındaki bir Anadolu köyüne yerleşen Ahmet Celal’in anı defteri olarak sunar. Köyün adı romanda verilmemektedir. Giriş bölümünde şöyle anlatır. “Garp Cephesi kumandanlığının gönderdiği Tedki-i Mezalim Heyeti’ o viranelerde, taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları, ortasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu.”Anlatma Problemi Yaban Romanı Dil ve ÜslupYakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk eserleri Servet-i Fünun topluluğunun dil anlayışına uygundur. Çok tamlamalı ve süslü yazmıştır. 1915 yılından itibaren Ziya Gökalp’in dilde sadeleşme ilkelerine uygun eserler vermiştir. Yaban da bu anlayışa uygun olarak yazılmıştır. Yaban İncelemesiÜslubuna gelince; Yakup Kadri’nin kendine has bir üslubu mensur şiire yaklaşan anlatımı romanlarında da görmek mümkündür “Fakat benim sürüme ne oldu? Hani adam nerede? Çoban Ankara’nın yalçın kayasının üzerinden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selam ey mübarek çoban! Gazan mübarek olsun? Fakat günün birinde sürünü topladığın zaman, ben onun içinde bulunabilecek miyim? Bu köy burada tek başına küflenmekte ve ben, tek başıma göz yaşlarımı içime çekmekte devam edeceğim. Bir türlü kaynaşamayacağız” Yaban’da, yine üslup özelliği olarak sayabileceğimiz bir konu daha vardır. Ahmet Celal, romanın bazı yerlerinde heyecanlanıp,uzun tiradlara başlamaktadır. Buda romanın akışını engellemektedir. “Yazıklar olsun seni vatanı sevmesini bilmeyenlere ey, gamlı ülke! Seni sevip senin sessiz dramın içine gömülüp gitmekten korkup çekenlere! …” Yaban İncelemesiYakup Kadri, 1912 yıllarında Yahya Kemal ile birlikte Nev-Yunanilik akımının öncülüğünü yaparlar. Bu görüşe göre eski Yunan Edebiyatı’nın edebiyattan düşünce tarzından ve felsefesinden faydalanmak gereklidir. Yahya Kemal bu görüşün yanlış olduğunu erken anlayıp bu görüşten vazgeçer. Yakup Kadri ise, bu görüşü bir müddet yaymak istediyse de bunda başarısız oldu. Nev-Yunanilik anlayışının örnekleri onun üslubunu meydana getiren, bir estetik unsuru olarak romanlarında görüldü. Yaban’da bunun örneklerine açıkça bir yerde “Homeros devrindeki kızlara” benzetilirken, bir başka yerde “taştan Diana”ya benzetilmektedir. Emine ise, romanın bir sayfasında Ahmet Celal’in Bergama’da gördüğü bir kadın kabartmasına benzetilmektedir. Yakup Kadri tasvir sanatını ustaca kullanmıştır. “Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış, derileri güneşten paslı bakıra dönmüş sakalları diken diken uzamış, üst baş perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri” Yaban TahliliYukarıdaki cümlede benzetme sanatını da iyi bir şekilde kullandığını sık sık uzun cümleler kullanmıştır. “Onun çok kere küçük boz eşeğin taşıyamadığını en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan, dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada saatlerce belini doğrultmaksızın çalıştığına şahit olmuşumdur. ”Yaban’da hayvansal benzetmeler de başvurulmuştur. “Bu köyün insanları her biri kendi yuvasında kunduza dönmüş.”Yazarın buradaki amacı, doğayla insanları bütünleştirmekten çok köylülerin ilkelliğini, iç güdüleriyle yaşayan hayvanlar gibi doğaya yakınlıklarını Romanı YapıRomanın giriş bölümü Çanakkale de aldığı bir kurşunla sağ kolunu kaybeden ve yapayalnız kalan Ahmet Celal’in İstanbul’un işgali ile emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk Çayı yöresine gitmesiyle başlar ve Ahmet Celal’in köylü ile tanışmasına kadar sürer. Yaban TahliliGelişme bölümü ise, Ahmet Celal’in köylülerle tanışması onlarla karşı karşıya gelmesinden, Yunan ordusunun köye gelmesine kadar devam ise Yunan ordusunun köye gelişinden, Ahmet Cemal’in anı defterini Emine’ye bırakıp gitmesiyle son bulur. Romanda Ahmet Cemal köylülerin farkına varmaları için geçmesi gereken zamanı beklemeden, aralarında onların arasında bulunmasının hakiki anlamını ve kaybettiği sağ kolunun önemini bilmelerini ister. Ancak köylünün içinde bulunduğu dünya bunun çok ötesinde olduğu için aralarında uyum sağlanamaz. Bunun sonucunda da Ahmet Celal’in temsil ettiği aydın ile Mehmet Ali’nin köyündekilerin temsil ettiği halk arasında büyük bir çatışma meydana gelir. Esas olarak ta bu romanda “adın ile halk arasındaki bu çatışma anlatılmaktadır” Yaban TahliliYaban’daki nesil çatışmaları, aydın-halk çatışmasının gölgesinde kalır. Ahmet Celal’in varlığı; başlangıçta romanın ön planında olan ve kopuk kopuk anlatılan köylülerin dramlarıyla arka planda başlayıp, giderek öne çıkan milli mücadele’yi birbirine bağlar. Aydın ile halk arasındaki anlaşmazlıklarda bundan ileri gelir.”Ancak bu çatışmaların esas sebebi, eski nesillerin halkla ilgilenmemesi olduğu için, bunu da nesil çatışması olarak görmek mümkündür .Bunun sonucunda romanda bulunan çatışmaları, siyaset, aydın halk uyuşmazlığı, ailevi meseleler ve evlilik konularında toplanabilir. Siyasi çatışmada; yeni nesli Ahmet Celal temsil etmektedir. O ruhen büyük mücadeleye bağlıdır. Bundan dolayı İstanbul hükümetiyle siyasi bakımdan ayrılmaktadır. Mütarekenin getirdiklerine boyun eğmemek bunları reddetmek ve karşı koymayı göze almak; siyasi bir çatışmayı doğurmaktadır. “Aydın-halk çatışması da; Ahmet Celal’in köydeki durumundan dolayı kaynaklanmaktadır. Bunun sebebi de önceden beri aydının halka ilgi gösterememesine bağlıdır. Bu kopuklukta yine nesil çatışmalarında ileri gelmektedir.” Yaban TahliliAhmet Celal köye geldiği sıralarda İstanbul işgal altındadır. O kozmopolit bir ortamdan gelmiştir. Ve rahat edebileceğine inandığı Anadolu’ya sığınmak istemiştir. Fakat hayalindeki köyle karşılaşmaz. Eve girişini de “ameliyat masasının başına getirilen, bir hasta gibi teslimiyetle eğildim bir delikten içeri girdim” sözleriyle anlatır” Alevi meseleler ve evlilik konularındaki çatışmalar, romanın asıl üzerinde durulan konunun ortaya çıkması için yer verilen çatışmadır. Bundan dolayı da bu çatışma romanın sonuna kadar gitmez. Yaban TahliliRomanda bu çatışmayı şu şekilde görmekteyiz. Mehmet Ali’nin kardeşi olan İsmail’in ilk başlarda sakin bir yapıda olması, annesi Zeynep Kadının onu bir çok kez dövmesine rağmen ses çıkarmaz. Ancak İsmail, abisi Mehmet Ali’nin askere gitmesinden sonra tamamen değişmiştir. Hatta annesine bile de el konusunda da; Ahmet Celal’in İsmail’in nişanlısına aşık olması Zeynep Kadının zaten olumsuz olan tutumuna onu daha da alevlendirmiş ve annesini “benim yanıma getirmez, istediği yere götürsün.” demesine sebep olmuştur. Ancak İsmail kararlıdır. Ağabeyi Mehmet Ali’nin askerden gelip onu evire çevire dövmesine rağmen bu kararından vazgeçmemiştir ve Emine ile evlenmiştir. Yaban TahliliRomanda ferdi olarak başlayıp, ferd-toplum çatışması şeklini alan, bir başka husus daha vardır. Köyde bulunan Cennet, diğer kadınlara göre çok farklıdır. Kısacası hareketleri çok rahattır. Ahlaki bakımından da kimseye benzemez. Bir gün ahırın kenarında bir adamla yakalanır. Ancak bunu insanlara onun amcasının oğlu olduğunu şeklinde söyler. Kocası Süleyman’ı da bu konuya inandırır. Ve Süleyman bu konuyu kapatır. Ama Süleyman’ın bu adamı sürekli aramasından dolayı Cennet, onu tehdit etmeye başlar ve aşığını eve alır. Bu durum bütün köyü rahatsız eder. Bekir Çavuş’un Cennet’i çeşme başında sıkıştırması, onu aşığını eve alma kararından vazgeçiremez ve ancak Süleyman’dan boşanacağı zaman vazgeçeceğini belirtir. Ancak Süleyman bir türlü vazgeçemez. Sonunda köylüler Cennet’in evini basarlar ve üstüne yürürler. Bu olaydan sonra Cennet aşığıyla köyden uzaklaşır. Süleyman ise kara sevdaya tutulur. Yaban Romanı TemaTema olarak; aydınlar tarafından yüz yıllarca yüzüstü bırakılmış köyü Anadolu’yu, Anadolu insanını bütün çıplaklığı, açıklığı ve sertliğiyle göz önüne seriyor. Bu konuda aydınlarımızı suçluyor yazarımız. Yazar, Anadolu bozkırlarındaki Anadolu insanının feryadını, Türk aydınına, yurt sorumluluğunu anlatmak istiyor. Yaban Tahlili "Yalnızız" Romanının Tahlili ve Ruh-Beden Çatışması Üç bölümden müteşekkil bir eserdir. Romanın olay örgüsü üç ana bölümden oluşur. Bu bölümlerin ilkinde düğümler atılmaya başlanır. Roman Mefharet’in, Selmin’in hamile olup olmaması konusunda şüpheleri ile başlar. Birinci bölümde, Mefharetin kızı olan Selmin annesine ve dayılarına karşı oyunlar oynar, çeşitli dolaplar çevirir. Onlara adını söylemediği bir erkek ile gayr-ı meşru ilişkide bulunduğunu söyler ki hepsi baştan beri bir yalanın mahsülüdür. Fransa'ya gidecek ve orada çocuğunu doğuracaktır güya . Selmin'in bu oyunları ve baba adayını söylememesi üzerine annesi Mefharet fenalıklar geçirir ve o erkeğin kim olduğunu öğrenmeye çalışır. Fakat bunu bir türlü öğrenemeyince, çeşitli olayların da etkisiyle kendi kardeşi, Selmin'in dayısı ve romanın başkahramanı Samim'den şüphelenir. Mefharet bir ara küçük kardeşi Besim ile beraber Samim'in odasına girip onun hatıra defterini okurlar. Samim bu defterde “Simerenya” adında- kurduğu hayali bir dünyadan ve aşkındanMerale olan aşkı bahsediyordur. Mefharet bu kişinin kızı Selmin olduğu düşüncesinde diretir, çok yakın bir akraba olduğunu söyler .Ancak bu yakınlık selmin-Ferhat ile olan aile bağı şeklindeki bir yakınlıktır . Besim ise öyle olmadığına ablasını inandırmaya çalışır; ancak o da emin değildir. Simerenya’da bahsettiği kızın Selmin değil de Meral olduğunu uzunca bir süre bilemeyeceklerdir de zaten. Selmin’in tüm bunları yapmasının nedeni Mefharet’in baskıcı tutumundan bunalması, özgür bir kız olduğunu hissettirmek istemesi ve annesinin nişanlısı Ferhad’a olan tutumunu yanlış bulmasıydı. Sonunda Selmin'in amacına ulaşmak için nişanlısı ile birlikte kendilerine bir oyun oynadığınıSamim bunu sonunda sezer ve Samim'in sevgilisinin de kızı yaşında biri olduğunu anlarlar. İkinci bölümde Samim ile Meral'in aşkı anlatılmaktadır. ikinci bölüm için felsefî bir alt yapı bahsedilen düğümlerin karakterler üzerindeki etkilerini anlatılır. Samim, Meral'i sevmekte, hep onu düşünmektedir. Meral ise Samim'den gizli oyunlar ve kirli ilişkiler içinde bulunmaktadır. Ayrıca Meral,Feriha isimli ; okul sıralarında iken barlara düşmüş ve sonra da kendisinden çok yaşlı bir adamla Fransa'ya gitmiş bir arkadaşına özenmekte, onun fikirlerini ve hareketlerini doğru bulmaktadır. Abisi ve Samim'in o kadınla görüşmesini yasaklamalarına rağmen yine onun yanına gidip, onunla beraber Fransa'ya gitme planları kurmaktadır. Sonunda Samim, Meral'in oynadığı oyunları anlar ve onu terk eder. Üçüncü bölümde atılan düğümlerin yarattığı gerilim doruk noktasına ulaşır. Olaylar karakterlerin bakış açılarıyla ortaya Fransa'ya gidip, Feriha'nın yaptığı gibi yaşlı bir adamla evlenmek için pasaport işlemlerine başlamıştır. Bunu öğrenen abisi Ferhat, kesinlikle izin vermeyeceğini, böyle yaptığı takdirde zaten hasta olan babasının daha kötüleşmesine sebep olacağını ve aile şereflerini düşüreceğini söyler. Gitmemesi için başına gözcü dikip hep onu gözetleyeceğini belirtir. Bunun üzerine Meral o gece evden kaçma kararı alır. Hazırlanıp çıkmak üzereyken kapının kilitli olduğunu görür; anahtarı da bulamaz. Kapıyı açmaya çalışırken gürültüsüne abisi uyanır ve onu odasına kilitler. Odasında sıkıntıdan içmek istediği sigarasını yakmak isterken bir kaza sonucuGaz şişesini arar, bulur ve çakmağa gaz doldurur. Ancak gaz biraz taşar, çakmağın dışına ve ellerine bulaşır. O acıyla çakmağı elinden fırlatıp eteğinin üzerine düşüren meral, fazla hareket edince bacaklarının arasındaki şişeyi de devirir. çarşafı tutuşur ve Meral yanarak korkunç bir şekilde ölür. Böylece romanın sonunda Meral’in ikinci kişiliği ön plâna çıkacaktır. Ancak bu ikinci kişilik yanarak can verecektir. Bu olayın gerçekleştiği saatlerde, Meral'in annesi, aynı zamanda da Samim'in eski metresi olan ve Meral'in babasıyla ayrılmış olduklarından dolayı başka bir evde Meral'in dadısıyla birlikte yaşayan Necile, dadı ile beraber tuhaf ruh halleri içinde Meral'in ölümünü hissetmektedirler. Meral'in evine telefon ettiklerinde onun öldüğünü öğrenirler. Korktuklarından dolayı Samim'i yanlarına çağırırlar. Samim geldiğinde Necile'yi kalp spazmı geçirerek ölmüş halde bulur. Ve Roman, iki kişinin farklı yerlerde ve yalnız ölmeleri ile Samim’in kendi yalnızlığı içinde sona erer. v Böylece, gece vakti başlayan olaylar bir sabah vakti çözüme ulaşır. Güneşin doğması ile yalansız ve Meral’siz bir dünya daha doğar. v Meral’in ölüm nedeni olarak “ruh ve bedeninin çarpışması” ve bu karşılaşmadan kurtulamama belirtilebilir. Meral’in defterinden son bir not “Biz, hepimiz sadece kendimizi düşündüğümüz için yalnızız ve yalnız kalacağız.” MEKÂN Olay, İstanbul Yeşilköy’de bir köşkte cereyan etmeye başlar. En büyük mekân unsuru bu köşktür. Ütopik bir yer olarak Simeranya da ütopik bir mekandır. Anlatıcı Romanda anlatıcı birinci ve üçüncü kişilerdir. Samim ütopyasını anlatırken birinci anlatıcı kullanılmıştır. Romanda, bilinç akışı tekniği ve iç monolog harikulâde bir şekilde verilmiştir. Romanda kullanılan bir diğer teknik montaj tekniğidir. Bu fikirleri romanda çoğu zaman kendi muhayyilesinde tekrar yorumlayarak esere yansıtır. Romanın Ana Problemi Yalnızız temelde ruh mu beden mi? sorusunun yanıtını arayan ve insanlık için bir çözüm öneren bir romandır. Bu çözüm, yazarın ütopya düşüncesiyle somutlaştırmaya çalıştığı Simeranya’dır. Doğu-Batı çatışması, 1939 sonrasında insan ruhunun açmazlarına ve daha sonraları bu sorunsalın temelinde yattığına inandığı ruh-beden hesaplaşmasına dönüşmüştür. Zaman Olaylar İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçmektedir. İnsanlar arasındaki güvensizlik ve ilişki kopukluğunu, yalnızlığı, insanın kendi kendisine yabancılaşmasını; ancak yakın zamanda yaşanan büyük savaşın tesiriyle izah etmek mümkündür. Yalnızız’da öykü zamanı, toplam 26 günlük bir süredir. Zaman akışında dikkat çeken bir diğer nokta, tüm gerilimin çözüme kavuştuğu son bölümdür.283-365 KONU Manevî değerlerin zayıflaması sonucunda, insanın içine sürükleneceği açmazın, materyalist yaklaşımlarla çözümlenemeyeceği gerçeğini kabule yanaşmayanların, eninde sonunda yalnızlığa düşüp hüsrana uğrayacağı gerçeğini konu edinir. Romanda reel hayatın gerçekliklerinden bir kaçış söz konusudur KİTABIN ANA FİKRİ İnsanlar dertlerini paylaşmalı, yalnız başlarına sıkıntılarını içlerine atarak sıkılmamalı, düşüncelerini açıkça söyleyebilmelidir. Günümüzde insanın bütün problemlerinin temelinde kendi ruhunu keşfedememesi yatar. Bunu yapabildiğimiz takdirde yaşamımız anlam kazanacaktır. Olaylar kişinin kendi ruhunu tanıyamaması sonucunda gelişen karamsarlık ve çıkmazlar üzerine gelişmektedir Bana göre kitap kendimizi tanımamıza yardımcı oluyor ve içinde bulunduğumuz zor durumlarda yapmamız gerekenleri bize öğretiyor. v İlerleyen teknoloji ve değişen insan ilişkileri kent yaşamında bireyi yalnızlığa iter. Kendisini değişen toplumun ahlâk kurallarına ve yapısına yabancı hissetmeye başlayan birey, yaşadığı mekânı değiştirme yolunu seçebilir. İşte bu aşamada Meral ve arkadaşlarınca soyut mekân olarak Paris, Samim tarafından da ütopik bir yer olarak Simeranya gündeme gelir. v Peyami Safa'nın Yalnızız adlı romanında Simeranya, ütopyaların gerçek olduğu düşsel bir ülkedir. v Peyami Safa, bu eserinde insanlığı, materyalizmin kör çemberini kırmaya, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükûn bulamayacaktır. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ 1-Safa’nın romanlarında karakterler genelde bir ideolojik görüşü ya da hayat karşısında takınılan bir tutumu temsil eder/savunur. Yalnızız romanında ise karakterler madde ve ruhu, kültürel yapı olarak ise Batı ve Doğuyu temsil ederler.Doğu ve Batı çatışması. Samim ve Besim bu iki hayat görüşünün temsilcileridir. Samim Doğu’yu, Besim ise Batı’yı temsil eder. İki görüş yani simgesel olarak iki kişi romanın başından sonuna kadar çeşitli konularda fikir münakaşaları yaşarlar ve genelde münakaşalardan Besim yani Doğu kazanır. Esasen tartışmalar kazanmak üzere değil de bir fikri sunmak üzere yapılır. Neticede de Besim yani Peyami Safa düşüncelerini bir şekilde sunmuş olurlar. Besim çatışma için tetikleyici unsurdur. Besim olmadan Samim’in varlığından söz edilemez. Her şey zıddı ile vâkidir. Bir fikir de ancak zıddı ile mevcuttur. Besim’deki maddecilik, batıcılık olmadan Samim’in ruhçuluğu ve doğuculuğu olamaz. Maddeci, pozitivist dünyanın akla haddinden fazla önem vermesi, insanın maneviyatını, metafiziği yok sayması Samim için acı bir durumdur. Çünkü Samim, bütün dertlerin ve sıkıntıların insanın metafizikten yoksun olmasından, Allah’ı bilmediğinden kaynaklandığını savunur. Sıkıntıların, üzüntülerin ve hastalıkların temelinde onun için ruh yatar. Dolayısıyla hastalanan insan ancak ruhu tedavi edilirse iyileşmiş demektir. Dönemin gerçekçi yapısında böyle bir şey mümkün olmadığı için Samim tüm bu ruhçu bakış açısıyla tespit ettiği tedavi metodlarını “Simeranya” isimli bir defterde toplar. Bu defter bir süre sonra onun için bir devletçik modeli olur.Yani bir ütopyadır.Romanın her safhasında Simeranya’dan bahseder Samim ve sürekli yazar. Gerçek hayatın sıkıntılarından kaçmak istediği zaman Simeranya’da bulur kendini. Üçlü gelgitlerüç ayrı mekân- üç ayrı şahıs çatışması ile romanın öyküsü ilerletilir. 2. ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ Romanda şahıs kadrosu simgeselleşmiştir. Kişiler bir hayat görüşünü, bir fikri ya da bir ideolojiyi yansıtırlar. Samim Doğu’yu, Besim ise Batı’yı temsil da tereddüdü simgeler. v Samim =>Başkahramandır. Selmin’in dayısı, Mefharet Hanımın kardeşidir. Meral’i sevmektedir ancak daha sonra ayrılırlar. Samim Selmin için cemiyeti temsil eden birisidir. Samim Necile’yi, Necile’nin kızı Meral’den daha çok sevmiştir. Samim tüm roman boyunca şüphesiz bütün olayların öyle ya da böyle merkezindedir. Samim’i çıkardığımız zaman romanda büyük bir boşluk olacaktır ve romanın bütün halkalarını birbirine bağlayan büyük halka yok olacaktır. v Samim lügatte,”Öz, asıl, iç, gönül “anlamlarına gelmektedir. Peyami Safa’ya göre Doğu; iç, öz, asıl olandır. Safa’nın değerlerini savunan, Samim’dir Samim ona göre içtedir, iç’e aittir; öz’dür. Kendinden olandır. “Samim” adı altında verilen bu yeni insan tipinin tekâmül evrelerini tamamlamış ve neredeyse mükemmel bir ruh yapısı vardır.“Samim”, ruh ve bedenin ideal ortaklığından doğan yeni insan tipini temsil eder. Samim, romanda yer alan olaylarda devamlı belirleyici ve seyri tayin edici bir konumdadır. Bu noktada, Samim’in öğretici / ders veren bir kişilik olduğu söylenebilir. v Samim, orta yaşlarda, kendine özgü felsefesi ve dünya görüşü olan aydın bir kişidir. Sentezci bir aydındır. Okumuş, tecrübeli ve bilgili birisidir. Zekâsı, vak’aları neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmesi, ince dikkati sayesinde çözüme ulaşmayı bilen bir yapıya sahiptir. Maddî durumu iyi olmasına rağmen, çalışmayı seven birisidir. Görünüşü, oturması, kalkması, konuşması ile tam bir entelektüel tipidir. Çirkinliklerle dolu olan bu dünyaya karşı mutluluğun, güzelliğin ve doğruluğun oluşturduğu bir dünya yaratır kendi kafasında ve bu dünyaya Simeranya adını verir. Aydınlanma çağı bilim ve düşünce anlayışının metafiziği, ruhî ve manevî değerleri silip atan pozitivistlere ve materyalistlere karşı duran Samim, ruh ve beden bütünlüğünü en iyi derecede kuran sentezci bir aydındır. Manevî değerleri temsil ettiği için fizikî özellikleri pek vurgulanmamıştır. Ruha önem vermesi ile paralellik gösteren şüpheci ve dikkatli bir tavrı vardır. Romanın sonuna doğru Samim, hem çevresinden hem de Meral’den nefret eden bir konuma gelir. Nedeni ise Samim’in yalana karşı tavrı ve gerçeklik arayışıdır. v Feriha Okul sıralarında iken barlara düşmüş ve sonra da kendisinden çok yaşlı bir adamla Fransa'ya gitmiş bir kızdır ve Meral de ona özenmektedir. Genç yaşta Nusret ile evlenmeden metres hayatı yaşayarak Paris’e yerleşen bir kişidir. Aslında Feriha romanda bir nihilist tiptir. Çünkü yazarın gözünde Feriha’nın pek bir değeri yoktur. v Ferhat Selmin’in nişanlısıdır. Meral’in de abisidir, Samim’e karşı tavır alır. Ferhat kendi fikrî durumları adına kız kardeşi Meral’i Samim’e karşı olumsuz bir şekilde yönlendirir. Besim gibi eğlenceye düşkün maddi yaşamı tercih eden birisidir. v Selmin Mefharet hanımın kızıdır. Asi bir kişiliğe sahiptir. Selmin, kelime anlamı itibariyle barış yanlısı, barış ve sevgi duygusu ile dolu anlamlarına gelmektedir. Selmin romanın başında bizde geçimsiz, olumsuz bir tip olarak gösterilse de dayısı Samim ile olan antlaşması onun aslında anlaşma taraftarı birisi olduğunu bize gösterir. Yani Selmin mantığının elverdiği şeyleri uzlaşmacı bir yapı ile yapan kişidir. Karakteri ile ismi arasında sıkı bir bağ vardır. Annesi ve dayılarına karşı, Ferhat ile evlenmek için oyunlar oynar. Hamilelik rolü de bunlardan biridir. Selmin, güzel, çekici, özgürlüğünü arayan bir kızdır. Selmin’in tüm maceraları annesi etrafında gelişmektedir. Selmin annesinin baskıcı ve şüpheci tutumundan bıkmış ve ona artık büyüdüğünü göstermek için çok ciddi oyunlar oynayan bir kızdır. v Besim “güler yüzlü, güleç adam “kavramlarına karşılık gelir, olaylara sıradan, gülerek ve alaycı bir yaklaşım sergiler. Samim ve Mefharet’in kardeşidir. Samim’in simeranyasına hayranlık tetikleyici unsur, hasım veya karşı güçtür. Midesine düşkündür, bu da onun için maddi değerlerin ne kadar üstün olduğunu gösterir. Batının materyalist unsurları Besim’e yüklenmiştir. Besim’in fikirleri iyi incelenmiş ve irdelenmiştir. Bu da Samim’in fikirleri ile Besim’in fikirlerini nasıl kıyaslamamız gerektiğini göstermiştir bize. Açık sözlü birisidir. v Necile Meral’in ve Ferhat’ın annesidir. Kocasından ayrılmış ve ailesinden ayrı bir evde yaşamaktadır. Samim’in Necile ile birlikteliği romanın sonlarında anlatılmıştır. Bir ihtimal var ki, Meral Samim’in Paris aşkı ve Samim aşkı onun geri kalan hayatını yalnız geçirmesine neden olacaktır. Kızı ile paralel bir yaşam gösterir. Ve kızının öldüğü gece o da can vermiştir. v Meral Meral, geyik demektir ve ürkekliği Selmin’in okuldan arkadaşıdır. Aynı zamanda Samim’in eski sevgilisi olan Necile’nin de kızıdır. Samim’in sevgilisidir. Samim Meral’i iki kişilikli bir insan olarak tahlil etmiştir . Maddeye bağlı bir kişidir Meral. Meral, Feriha’ya hayranlık duymuştur ve onun gibi yurt dışına gitmek için çırpınırken evde yanarak ölmüştür. v Mefharet Mefharet kelimesi , övünme, övünmeyi gerektiren şey anlamında kullanılmaktadır. Romanda Mefharet’in paşa torunu olması ve Arnavut olması ile övünmesi bu sembolizasyonu tamamlayan zaman duyguları ile hareket eden, heyecanlı ve küçük meseleleri büyülten bir kadın tipidir. Mefharet’in romandaki asıl varlığı şüpheciliği etrafında toplanmıştır. Mefharet kendi muhayyilesinde kendisi için boşluklar açar ve bu boşluklara üzülür. Kızının hamile olmadığını bilmek onun için iyi bir şey olması gerekirken onun yine üzülmesine neden olmuştur. Olayları oluş anı ile eş zamanlı öğrenmek ister ve bu konuda pervasızca davranacak kadar meraklıdır. v Hasibe, evin hizmetçisidir. v Nail Bey, Osmanlıca konuşmayı seven, mülayim bir adamdır. Hayat karşısında realisttir. Gerçekleri kabul eder ancak bu kabul etme onun mizacında olumsuz etkiler bırakmıştır. Doğulu kesimi temsil eder. v İsim sembolizasyonuna dikkat edildiğinde de görülecektir ki Samim’in hayatta en büyük derdi “samimiyet”tir. Kardeşi Besim’in de tek derdi “beslenmektir. GENEL HATLARI İLE YALNIZIZ ROMANI sorunu Selmin nişanlısından uzun zamandır ayrıdır ve bunun nedeni annesini Ferhat’la Arnavutluk yüzünden tartışması ile dayısı Samim’in Ferhat hakkındaki olumsuz düşüncelerinden hareketle Ferhat’ karşı bir tavır içerisine girmesidir. Bunun üzerine Selmin hamilelik rolünü oynar ve çocuğun kimden olduğunu söylemez; böylece Mefharet hanım ile Besim çocuğun babasını bulmaya çalışırlar ve olaylar böylece gelişir. Değerler-anahtar kavramlar Ø TereddütRomanın ilerleyen safhalarında Samim’in Meral’de iki farklı kişilik tespit etmesi ve bu iki farklı kişiliğin birbiri ile sürekli mücadele içinde oluşu kitapta dikkati çeken unsurlardan birisidir. Bu ikilik Meral’in romandaki vasfını belirler. Meral’in romandaki vasfı, Tereddüttür. Samim ile Paris arasında kalması bu tereddütünün bir Tereddüt noktalarından bir başkası ise cemiyetin varlığını Meral’de karşılayan babası Nail Bey’dir. Ø Hayranlık Samim’e göre asıl hayran olunan Paris değildir. Paris’in bir önemi yoktur ve Paris sadece bir semboldür Meral için. Bu hayranlığın temelinde farklı şeyler yatmaktadır. Bunlar da Ø 1. Bütün şanları denemek imkânı veren bir hürriyete kavuşmak arzusu, Kendi kendisinin tam ölçüsünü bulma arzusu, Kendi kendisini değiştirme arzusu,Muhitini değiştirme arzusu,İnsan temaslarını zenginleştirmek arzusu, Tecrübelerini zenginleştirmek arzusu Hâdise olarak,Kireçlenmiş itiyatları kırıp yeninin meçhulüne yönelen ruhta yaratıcı hamlelere serbest zemin hazırlamak arzusu,En son haddinde iyi giyinip güzelliğinin âzamisini kendi kendinin hayranlığına arzetmek arzusu narsisizm.Başkalarının hayranlığını son haddine vardırmak arzusu,Kendi nefsine karşı bir şahsiyet ve irade zaferi kazanıp aşağılık duygusundan kurtulmak arzusu,Bu zaferi başkalarına da göstermek arzusu, Ø Ahlaki değerler çatışması Cemiyet Feriha’yı sevmez. Çünkü Feriha babası yaşında bir adamın sırf parası için metresi olmuş ve Paris’e gitmiştir. Ahlâki değerler ise buna karşı çıkmaktadır. Ø Çatışma Maneviyat – maddiyat; doğu – batı çatışması. Meral-Samim, Mefharet-Ferhat ve Samim-Mefharet çatışmalarının ana konusu da yine bu maddeci-maneviyatçı çatışma eksenidir. Ø Şüphecilik Ahlâk kurallarını da aşacak boyutta bir şüpheciliktir. Ø Kimlik Karmaşasıİki kişilikli bir hayat sürdürme vardır romanda. Ø MaddecilikMananın değerini kaybettiği yahut değerinin hakkıyla anlaşılamaması insanları materyalist olmaya yöneltiyor. Ø Samim tipine getirilen bir eleştiri Edebiyatımızda bir benzeri yoktur. Üstat, daha önce kaleme aldığı romanlarında görülen buhranlı, bunalımlı, yozlaşmış tiplerden Samim tipine ulaşmıştır. Bu olgunluk devri olanyalnızız gibi Samim de olgunlaşmış bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Kahramanımıza yazarın fikri planda bir temsilcisi gözü ile bakmamız mümkündür. Yeni bir dünya kurmak hülyasıyla yaşayan bu fikir adamı erkeklerin en kuvvetlisi, her romanda Peyami Safa’nın dünya görüşlerini temsil eden birisidir. Ø Neden Simeranya Samim dilinden ifade edeyim“[O] bir memleket, Simeranya, dünyada olmayan bir yer. Benim icadım. Sıkıldım mı, kendimi oraya atarım. Simeranya’da yalan yoktur. İnsanlar gölgelerdir. Konuşmadan anlaşırlar. Birbirlerinden hiç bir şey saklamazlar.”der. Ø Samim’in “Simeranya” adlı ütopyası anlatılırken üçüncü kişi yerine birinci kişi anlatıcı vardır. Bu değişimin nedenini yazarın tarafsız kalma çabasında aramak gerekir. adresinden alıntıdır. Yaban, ya aydın ile köylü arasındaki uçurumu içtenlikle dile getirdiği, bu yarayı cesaretle deştiği ve Anadolu köylüsüne ait gerçekleri bütün çıplaklığıyla önümüze serdiği için çok övülmüş, ya da tek yanlı olduğu, gerçekleri çarpıttığı ve köylünün yalnız olumsuz yönlerini anlattığı için eleştirilmiştir. Tartışılan sorun hep şu olmuş Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sergilediği köylü gerçeğe uyuyor mu, uymuyor mu? Yaban’ı roman olarak ele alıp inceleme çabaları yok denecek kadar az. Oysa Türk romanı tarihinde önemli bir yer tuttuğunu, etkileyici ve çarpıcı olduğunu inkâr eden de yok. Anlaşılan romanın bu çarpıcılığını içeriğine borçlu olduğu düşüncesi yaygın. Belki bundan ötürü Yaban’ı bir roman dahi saymakta kuşku beslendiğini görüyoruz. Burhan Ümit Toprak, bir romandan ziyade essai’ye benzediğini» söylüyor. Reşat Nuri Güntekin, sanat kaidelerine göre en itinasız yazılmış» eser dedikten sonra yine de kendinde doğurduğu heyecan ve teessürün» şiddetinden söz ediyor. Öyle sanıyorum ki Yaban bugün için de etkileyici bir roman, ama bu etkisini sadece içeriğine borçlu değil. Bundan ötürü bu bölümde amacım hem Karaosmanoğlu’nun köylüye karşı tartışmalar yaratan tutumunun nedenini açıklamaya çalışmak, hem de bu tutumu dile getirirken, romanın etkili olmasını nasıl sağladığını, ne gibi yollara başvurduğunu araştırmak. Yaban’da, özensiz yazıldığı kanısını uyandıran ya da romandan çok essai»ye benzetilmesine ve eleştirmenlerin dikkatinin içeriğine çekilmesine neden olan şey belki de Yaban’ın roman türünün en önemli özelliklerinden yoksun görünmesi. Bir olay örgüsü yok; Ahmet Celâl’in üç yıl süreyle, köyde tanık olduğu dağınık, birbiriyle ilintisiz olayların sıralanmasıyla gelişigüzel düzenlenmiş izlenimini uyandırıyor. Dolayısıyla belli bir gerilime, bir gelişime, bir bütünlüğe de sahip değil. Yazarın, eleştirmenler tarafından kullanılan bir deyimi ile bölük pörçük». Ama ilk bakışta edinilen bu izlenim yanlış. Dikkat edersek görürüz ki romandaki olaylar iki planda yer alıyor ön planda, köydeki dağınık, tek tek olaylar sıralanırken, arka planda başka bir olay gelişiyor Kurtuluş Savaşı. Arka plandan yavaş yavaş ön plana geçen ve gittikçe daha fazla yer tutan bu olayın oynadığı rol, kuruluş bakımından da, romanın anlamı bakımından da önemli. Kuruluş »bakımından önemli çünkü hem bir gelişim çizgisi oluşturuyor hem de romana bir bütünlük kazandırıyor. Anlam bakımından da önemli oynadığı rol, çünkü aydın ve köylü arasında artan bir uzaklığın asıl nedenini oluştururken romanın anlamıyla ilgili ikinci bir gelişim çizgisi yaratıyor. Ön ve arka planların birbirine bağlanmasını sağlayan öğe ise. Ahmet Celâl’in kişiliği, çünkü Ahmet Celâl’in kendisi iki planda yaşayan bir adam. Gerçi bu subay Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybettiği için Kurtuluş Savaşına katılamamış ve Mütareke İstanbul’unun havasına dayanamadığı için, gelip emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk Çayı dolaylarındaki köyüne yerleşmiştir, ama dünyadan elini eteğini çekmiş bir adam değildir. Hayatını köyde sürdürürken bütün varlığımla cephede yaşıyorum» s. 129 diyen Ahmet Celâl’in aklı fikri Kurtuluş Savaşı’ndadır. Böyle olunca, ıssız Anadolu yaylalarının içindeki bu sessiz köy hayatına savaş teması rahatlıkla, hatta kaçınılmaz bir şekilde girer. Ama başta, uzakta geçen bir olaydan seyrek alman haberler şeklinde. Böylece, İstanbul gazetelerinden, kasabaya gidip gelen muhtardan, köye gelen aşar memurundan vb. alınan savaşla ilgili haberler, köye dair anlatılanların arasına serpiştirilmiştir. Sonra sonra savaşın belirtileri gözlemlenmeye başlar Mehmet Ali ile başka köylülerin askere alınması, cephane taşıyan kağnı kafileleri, yaklaşan düşmandan kaçarak göç eden insanlar, köyden geçen subay ve askerler. Savaş, köye yaklaşırken somutlaşır ve bir an gelir düşmanın top sesleri işitilir, uçaklar görülür ve sonunda bir sabah düşman birliği köye girer. Böylece savaş yaklaştıkça somutlaşarak, şiddetlenerek doruk noktasına ulaşan bir gelişim çizgisi oluşturur. Fakat bu temanın işlevinin yalnızca biçimsel olmadığını söylemiştim. Romanın hemen hemen yarısından itibaren savaşla ilgili haberler, konuşmalar ve olaylar ön plana geçerken buna koşut olarak Ahmet Celâl ile köylüler arasındaki ilişkinin niteliğinde bir değişiklik göze çarpar. Başta Ahmet Celâl nedir onlar için? Sadece bir yaban. Onlar da Ahmet Celâl’in gözünde kendisinden çok farklı, cahil ve ilkel insanlardır. Buna rağmen Ahmet Celâl umutludur biraz; köylüleri kendine alıştırmak, ısındırmak ister s. 54. Bir köylü nasıl yaşarsa öyle yaşayacaktım. Tamamıyla onlara karışacaktım» s. 93 der. Ne var ki aralarındaki uçurum kapanmak şöyle dursun açılır daha da. Nedeni, köylünün Kurtuluş Savaşı karşısındaki tutumu. Ahmet Celâl ilk defa savaştan söz açıp düşmanın İzmir’i aldığını, yurdun işgal edilmekte olduğunu, söylediği zaman köylüler bu konuya hiç ilgi göstermezler. Ama savaş üzerinde konuşmalar romanda yer aldıkça, görürüz ki köylüler Mustafa Kemal kuvvetlerine karşı bir tutum içine girmektedirler. Çünkü, düşmanın, Halife adına onları Mustafa Kemal’den kurtarmaya geldiğine ve Avrupa denen bir kraliçenin de savaştan sonra İslam dinini kabul edeceği yolunda işlenen propagandaya kapılmışlardır. Ahmet Celâl’i çileden çıkaran köylünün bu tutumudur. Savaş köye yaklaştıkça savaş tema’sı ön plana geçtikçe Ahmet Celâl ile köylüler de uzaklaşırlar birbirlerinden ve nihayet öylesine koparlar ki, artık Ahmet Celâl’in köylülere karşı duygusu bir nefret ve tiksintidir. Köylüler ise onu düşman belleyecek kadar aleyhine dönmüşlerdir. Sanki zaptetmek isteyen düşman benim, teslim olmak istemeyen kale burasıdır» s. 199 diye yakınır Ahmet Celâl. Düşmanın köye girmesi bile durumu düzeltmez, tersine felaket bile bizi birleştiremedi. Aramızdaki uçurumu belki daha ziyade derinleştirdi» s. 223. Köye gelen yaban’ artık yan gözle bakılan bir düşmana dönüşmüştür ve Ahmet Celâl, köylülerin kendisini linç etmediğine şaşacak hale gelmiştir. Ahmet Celâl ile köylüler arasında genişleyen uçurum, bir olay örgüsünden yoksun görünen romanda, savaş tema’sına koşut olarak gelişen, aşamaları olan, ve yavaş yavaş şiddetlenerek doruk noktasına ulaşan bir çatışmanın var olduğunu meydana koyar. Bu açıdan bakınca romanın tezi konusunda biraz değişik bir vurgulama çıkıyor ortaya. Aydın ile köylü arasındaki uzaklığın romanın tezi olduğunu ileri süren eleştirmenler; bu kopukluğu, Osmanlı döneminde olduğu gibi, yalnızca kültür ikileşmesinden doğan bir kopukluk gibi görüyorlar. Karaosmanoğlu bunu da dile getiriyor kuşkusuz, ama Yaban’da vurgulanan karşıtlık, vatanı kurtarmak için savaşan ilerici aydınlarla Kurtuluş Savaşı’na inanmayan gerici köylüler arasında. Ahmet Celâl ile köylüleri ayrı dünyaların insanı yapan, okumuş kentli ile cahil köylü arasındaki farktan çok, bu ikisinin Kurtuluş Savaşı karşısındaki farklı tutumlarıdır. Ne diyor Ahmet Celâl? Türk entelektüeli yedi devlete harp açmıştır … Türkiye’nin karanlık semalarında Mustafa Kemal adı bir şafak yıldızı gibi parlıyor. Bunun etrafında bazı peykler beliriyor … Fakat inanılacak şey değil. Ben savaşı istemeyenlerin arasında yaşıyorum» s. 103-104. Vatan delisi, millet divanesi» Ahmet Celâl’in köylüler arasında böylesine yapayalnız kalmasının nedeni onlarla paylaşamadığı bu idealdir. Durmadan bu temayı işler Karaosmanoğlu. Daha önce askerlik yapmış olduğu için Ahmet Celâle öbür köylülerden bir gömlek daha yakın olan Bekir Çavuş ile de aralarında şöyle bir konuşma geçer örneğin – Biliyorum beyim sen de onlardansın emme. – Onlar kim? – Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar… – İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz? – Biz Türk değiliz ki, beyim. – Ya nesiniz? – Biz İslamız, Elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar s. 200-201. Gerçi savaşta dövüşenler, ölenler yine bu köylülerdir, ama onlar aydın subayların yönettiği bilinçsiz bir sürüdür Ahmet Celâl’e göre. Yedi devlete savaş açmış milliyetçi aydınlar var, ama gerçek millet yok Eğer bize zafer nasip olsa bile, kurtaracağımız şey bu ıssız topraklarla, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar bu Zeynep Kadınlar, bu Ismailler, bu Süleyman’larla yeni baştan yapmak gerekecektir. s. 201 Aydının görevi kurtarmak, adam etmek, bilinçlendirmek. Karaosmanğolu’nun aydın ile köylü arasındaki ilişkiyi Yaban’da, böyle değerlendirdiğini gösteren ilginç bir kanıta daha değinmek istiyorum. Sodom ve Gomore gibi romanlarında olsun, başka yazılarında olsun, kişilerin ve olayların Karaosmanoğlu’nun kafasında sık sık Kutsal Kitap’takilerle çağrışım yapması bu yapıtın kendisini çok etkilemiş olduğunu gösterir. Yaban’da bu çağrışımlara, benzetmelere, yapılan alıntılara dikkat edersek görürüz ki Türkiye’deki durumla İncilde anlatılanlar arasında bir koşutluk kuruluyor. İsa Yahudileri gerçek imana getirmeye, onları kurtarmaya çalışır ve bir direnme ile karşılaşır. Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’de de İsa gibi kurtarıcılık görevini üstlenmiş bir Mustafa Kemal ve yandaşları vardır, ama onların görevi tabii dinsel değil ulusaldır. Karşılarında, onlara ve ulusa değil, İstanbul’da halifeye inanan bir kitle var. Bu koşutlukta Mustafa Kemal’in, İsa’nın yerini aldığı açık. İncilde İsa kendini iyi bir çobana benzetir ve etrafındakilere iyi çoban ile kötü çoban arasındaki farkları açıklar, iyi çobanın koyunlarını kurttan korumak için, canını vereceğini söyledikten sonra, kendisine inanmayanlara der ki – Siz iman etmiyorsunuz; çünkü koyunlarımdan değilsiniz. Koyunlarım sesimi işitirler, ben de onları tanırım ve ardımca gelirler, ben onlara ebedi hayat veririm, onlar da helak olmazlar ve kimse onları elimden kapmaz Yuhanna İncili X, 26-28 Luka İncilinde de İsa çobana benzetir kendini. Bundan ötürü de, bilindiği gibi, Batı edebiyatında ve sanatında çoban İsa’nın simgesidir. Yaban’da bu simgeyi kullanır Karaosmanoğlu. Hani çoban nerede? Çoban, Ankara’nın yalçın kayası üstünden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selâm ey mübarek çoban; gazan mübarek olsun! Fakat günün birinde sürünü topladığın zaman ben onun içinde bulunabilecek miyim? s. 146 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal de İsa gibi sürüsünün başına geçmiş, onları kurtarmaya çalışan bir çoban. Böyle olunca Kemalistler de yeni mezhebe katılan havarilere benzese gerek. Nitekim öyledir de. Ahmet Celâl köyden geçen Kemalist subaylardan söz ederken bunlar bir ordunun alelâde subayları olmaktan ziyade yeni bir mezhebin öncüleri gibidir» s. 104 der. Ahmet Celâl’in kendisi de bir Kemalist değil mi? Ona inanmayanlar da İsa’ya inanmayanlar gibi onu düşman belleyip linç edecek hale gelmemiş midir? Ama İsa kendisini çarmıha gerenleri bağışlar çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlardı Ey baba, onları bağışla; çünkü ne ettiklerini bilmiyorlar» Luka İncili XXIII, 34. Ahmet Celâl’de, düşman köyü yakıp yıkarken, o mahşer gününde» köylüleri bağışladığını söyler çünkü bunların hiçbiri ne yaptığını’, bilmiyor» s. 236. Karaosmanoğlu’nun ne yaptığını», sözcüklerini metinde tırnak içine alması Kutsal Kitap’a gönderme yaptığının açık kanıtı. Zaten bu çorak Anadolu toprağı Kenan diyarının çölleri gibidir ve Burada Türk milleti çölde Beni İsrail’i andırır» s. 191 İsrail kabilesi, peygamberlere kulak asmayarak Tanrının sözünden çıktıkları, günaha saptıkları zaman Tanrının gazabına uğrar, feci şekilde cezalandırılırlar Sodom ya da Gomore kentlerinde olduğu gibi. Ahmet Celâl köyde düşmanın top seslerini ilk işittiği zaman yaklaşan felaketi böyle bir cezalandırmaya benzetir Sanki bir kıyametin yaklaştığına şahit olmaktayım. Tevratî efsanelerde türlü türlü tarifleri okunan İlâhi ukubetlerin, İlâhi gazapların bir tanesi de, sanki şu anda vukubulmaktadır» s. 190-191. Daha ayrıntılara girersek bu çeşitten benzetmelerin, çağrışımların az olmadığını görürüz. Örneğin Ahmet Celâl köyde tek dostu Küçük Hasan’a, Yakub’un oğullarından biri olarak bakar fakat ona ancak bir allegori nazariye bakardım. Yakub’un oğullarından biri» s. 150. Görüldüğü gibi Karaosmanoğlu Türk milleti ile Beni İsrail arasında genel bir koşutluk kurduktan sonra özellikle kurtarıcı İsa ile Mustafa Kemal arasında da bir koşutluk kuruyor. Evet, eğer istersek biz de Yaban’daki bazı kişilere böyle bakabiliriz, ama Karaosmanoğlu okurdan bunu bekliyor muydu yoksa sırf kendince hoş bulduğu ve sevdiği için mi bu koşutluğu kullandı bilmiyorum. Açık olan bir şey varsa, o da kurulan bu koşutluğun Yaban’daki aydın köylü ilişkisine Karaosmanoğlu’nun hangi açıdan baktığına ışık tuttuğu. Göstermeye çalıştığım gibi Yabanın kuruluşunda gözlemlediğimiz iki çizgi savaş tema’sının yavaş yavaş ön plana geçerek gelişmesi ve buna koşut olarak Ahmet Celâl ile köylü arasındaki uçurumun derinleşmesi köylünün cehaletini, yobazlığını ve bilinçsizliğini belirtmek amacına da hizmet ediyor. Bu kalın çizgilerin yanı sıra romanın dokusuna bakacak olursak, aynı amaca başka bir yoldan daha varılmaya çalışıldığını gözlemleriz. Sözünü ettiğim doku, atmosfer sorunu ile ilgili. Gerçekçi ve özellikle doğalcı romanda yazar genellikle mekânı ve çevreyi ev, oda, bahçe, doğa, ayrıntıları dikkatle işleyerek betimleyebilir. Çünkü güdülen amaç romanda anlatılanların gerçek hayatta geçiyormuş sanısını uyandırmaktır. Ama bazı romanlarda da yazarın mekânı, çevreyi betimlemekten maksadı, her şeyden önce, bir atmosfer yaratmak ve okurda birtakım duygular uyandırarak onu etkilemektir ki daha çok romantik, gotik türlerde raslarız buna. Yaban bu bakımdan gerçekçilik peşinde değildir. Köyün coğrafyası, evlerin konumu, içleri ya da kahvenin yeri vb. gözümüzde canlanacak biçimde betimlenmez. Köy hakkında verilen bilgi, okuru etkileyecek bir duygu yükü taşıyan, kasvetli hatta iğrenç bir atmosfer yaratmaya yöneliktir. Böyle bir atmosfer, tabii, kişiler ve olaylarla da sağlanabilir. Nitekim Yabandaki kişiler, davranışlar, duygular hep çirkin ve gönül bulandırıcıdır. Köylüler arasında gülen insanlara, güzel, soylu bir davranışa, temiz, mutlu bir aşka, saf bir dostluğa rastlamayız. Köyde çirkin ve pis olmayan, kokmayan bir insan bulamazsınız. Ne var ki Karaosmanoğlu istediği atmosferi yaratmak için bu kadarla yetinmiyor ve belki romandan çok şiir tekniğine yakın bir teknikle, yani çağrışımlar, benzetmeler, imgeler ve simgeler ile dokunmuş bir üslûp sayesinde bu atmosferi daha da yoğunlaştırmayı başarıyor. Bu tekniğin baş ilkesi, sert, çorak ve kokuşmuş bir doğa ile köylüleri bütünleştirmek, onları doğanın bir parçası yapmak. Bunun için çeşitli yollara başvuruyor Karaosmanoğlu. Bunlardan biri olumsuz nitelikleri hem doğaya hem insanlara vermek suretiyle o niteliği yaygınlaştırmak ve atmosferin bir öğesi haline getirmek. Romanın dokusu ile ilgili bu tekniği açıklamak için alıntılara biraz fazla yer vermek zorundayım. Yaşamdan çok ölümle çağrışımlar yapan bu çorak doğada eksik olan şey hayattır, harakettir. Yazar bu ölü hareketsizlik duygusunu romana yaymak için birtakım sıfatları doğayı betimlemek için tekrar tekrar kullanırken, insanları da aynı sıfatla anlatarak onları adeta doğanın bir uzantısı haline sokar. Donmuş’ sıfatı ile örneklendireyim. Orta Anadolu’da bir köy, donmuş bir konaktır. Burada mesafe sizi yutmuştur. Siz mesafe içinde dehşetten donmuşsunuzdur» s. 48. Ya da ıssız yayla… donmuş bir boz denizi andırıyor… Sanki bu yerlerden hayat ebediyen çekilmiş gibidir» s. 190. Bu donmuş âlem» içinde sevinçli bir yüz göremezsiniz çünkü doğa gibi inşaların gönülleri de donmuş ve kör olmuştur» s, 59. Sayfa 117’de şunları okuyoruz Hakikaten burası aydan farklı bir yer değildir. Aynı cansızlık, aynı donukluk. Her şey taş kesilmiş gibi, ne bir ses ne bir hareket». Ama taş kesilen yalnız doğa değil; elli sayfa ileride bakıyoruz. Emeti kadın da tarihin bir noktasında donmuş, taş kesilmiş bir insandır» s. 162. Anlaşılan okurda uyandırılmak istenen izlenim, ıssız ve donmuş bir doğa atmosferi içinde köylülerin de taş kesilmiş gibi ruhsuz ve cansız olduğu. Gelin olan kız bile bir hamam bohçası» kadar cansız» değil mi? s. 51 Doğa ile insanların paylaştıkları başka bir özelliğe, hastalığa, bakalım. Romanda ikide bir olumsuz nitelikleriyle karşımıza çıkan Porsuk Çayı bu defa işleyen bu yara manzarasını alır Hiç suyu görünmez. Tâ yanına gittiğiniz zamanda bile, o, suyun cana can katan serinliğini ve rengini bulamazsınız. Boz topraklar orada çürümüş ve pıhtılaşmış sanılır. Elinizi soksanız, günün hangi saatinde ve hangi mevsimde olursa olsun bir cerahat gibi ılıktır» s. 45. Su gibi toprak da iğrenç ve gizli bir hastalığa yakalanmış sanki. Ve tepeler… Ve tepeler birer urdur… üzerinde yaşadığım bu toprak ya içindeki gizli bir dert ile şişip çatlayacak, ya da, bir dehşetli gürültü ile yerin dibine doğru çöküp gidecektir». s. 45. Köye gelince, burası da bir illet ve sakatlıklar yuvası» s. 32. Mehmet Alinin anası topal, Bekir Çavuşun kızı Zehra kör, Salih Ağa’nın oğlu kamburdur ve kalçasında bir dert», yumruk kadar bir ur vardır. Bunlardan başka, iki meczubu, bir de cücesi var köyün. Yazar bu iğrenç atmosferi pekiştirmek için koku öğesini de doğaya ve insanlara yayar. Bulaşık suyu, ahır ve umumi abdesthane kokularını andıran bir taaffün bu havaya bir boğucu gaz fecaati vermekte» s. 114. Köy bataklıkta uyuz manda gibi kokuyor» s. 37. Ve ne koku! Bütün tabiat tezek kokuyor» s. 117. Ya insanlar? Onlar da baştanbaşa keçi ve teke kokan bir kalabalıktır» s. 254. Köye gelen Şeyh teke kokar s. 68. Köyün kadınları da fena kokar herhalde s. 52. Hatta Ahmet Celâl’in odası bile pis ve lizol kokuludur» s. 134. Porsuk Çayı’nın suyu akar balçıktır» kokar leş gibi» s. 62. Ve yazara göre köylüler de balçıktan insanlar»dır s. 95. Yaban’da dikkati çeken bir nokta da hayvan benzetmeleri. Diyebilirim ki hiçbir romanda insanları anlatmak için hayvanlara bu denli çok başvurulmamıştır. Bu köyün insani an her biri kendi yuvasında kunduza dönmüş» s. 237, yarı çıplak köstebek yuvalarında» s. 58, toprak ve taş kovukları içinde hayvanlarla haşır neşir» yaşarlar. Yazarın burda amacı doğayla insanları bütünleştirmekten çok, köylülerin ilkelliğini, içgüdüleriyle yaşayan hayvanlar gibi doğaya yakınlıklarını vurgulamak. Ahmet Celâl gönül verdiği Emine’yi güzel bir Van kedisine benzetirken kızın bir kedi kadar doğaya yakın olduğuna ve bir kediden daha akıllı sayılamayacağına işaret eder s. 135. Hayvana en sık benzetilen iki kişi var romanda Emine ile evlenen İsmail ve kurnaz Salih Ağa. Bu sonuncusu kâh bir ava doğru yaklaşan tilki, kâh yuvasına kaçan bir sansar, kâh tuzağa düşmüş bir çakaldır. İsmail ise, yerine göre, sakat bir keçiye, Mısır tavuğuna, bir tarla faresine, genç bir gorile, dayak yemiş kediye benzer. Yazar, İsmail’den öylesine nefret eder ki, kişiliğini anlatmak için hayvan benzetmelerinin en iğrencini ona layık görür. Babası askere gittikten sonra İsmail’in karakteri değişmiştir. Ahmet Celâl bize bu değişikliği şöyle anlatıyor Kabuk yarıldı, içinden çıkan hiçbirimizin tanımadığı yeni yaratık, bir salyangoz gibi esrarlı, cıvık ve sinik’tir. Bir yanından dokunulduğu vakit, sertleşir, antenlerini uzatır ve elinizin üstüne sümüğünü bırakır» s. 107. Köydeki en tiksindirici manzaralardan biri de Bekir Çavuşun kör kızı Zehra’yı tarlada yalnız yakalayan kambur oğlanın, kıza canavarca musallat oluşudur. Bu saldırıyı bir yılanın kurbağayı yutmaya çalışmasına ya da dev kadar kocaman bir örümceğin bir pervanenin etrafında ağını örmesine benzetir Ahmet Celâl s. 97. Daha birçok benzetmeler var ama hepsini vermemize gerek yok. Romanda ilginç bir şekilde kullanılan doğa öğelerinden biri de bitkiler. Bir karşıtlığı simgeleyen iki tür bitki var Yaban da kurulukla, çoraklıkla, çürümüşlükle çağrışım yapan; bir de hayat, güzellik ve canlılıkla çağrışım yapan bitkiler. Merhametsiz bir üvey anaya benzetilen bu topraklar üzerindeki bitkilere bakacak olursak ne görürüz? Yetim boyunlarını» büken, hazin hazin köklerine bakan», iki karış yükselmeden sararmış» zavallı ekinler s. 91, s. 84; sünepe, miskin ve biçare ağaçlar s. 62. Doğadaki bu çoraklığı yaygınlaştırmak için Karaosmanoğlu bu kez bitkileştirir köylüleri, Bu ısırganlar, bu kuru dikenler» dediği köylüler de bu çorak ülke yabani ot gibi» bitmiş kuru bitkiler olurlar s. 148. Eli ayağı, bir ağacın henüz topraktan sökülmüş köklerine» benzeyen Zeynep Kadın’ın vücudu bir meşe kütüğünden» farksızdır s. 54. Ve boğazından çıkan cümleler bile bir tutam çalı gibi sert ve dikenli»dir is. 79. Emeti Kadın ise başka bir meşe kütüğü. Ayrıca yüzü bir bostandan koparılmış gibi toprak ve çamurla bulanmış» bir karnabahar göbeği s. 149. Mehmet Ali’nin küçük yavrusuna gelince, yarı toprağa karışmış döğlek cinsinden sürüngen bir nebat»ı anımsatıp Ahmet Celâle. Bitkiler yoluyla verilmek istenen bu kurumuşluk, köylülerin bedenlerine özgü bir şey değil. Onlardan sevgi, şefkat, ve insanlık namına» bir şey bekleyemeyiz çünkü, bu iklimin çoraklığı ruhlarını kurutmuştur» s. 237. Bu çorak ülkede iki şey, hayat, canlılık, güzellik ve sevgi simgesidir yeşil ağaç ve berrak su. Ahmet Celâl yalnızlığı içinde, sevebileceği bir kadının eksikliğini duyduğu zaman bu gereksinmeyi su, gölge ve yeşillik gereksinimiyle bir arada duyar s. 49 ve yürüyüşe çıktığı bir gün, sonra âşık olacağı Emine’ye rastlar. Romanın olumlu iki kişisinden biri olan Emine ile bu karşılaşma çok başka bir doğa dekoru içinde yer alır. Ahmet Celâl ilk defa, içinden berrak bir derenin aktığı bir kavak korusunda bulur kendini. Uzun yeşil ağaçları ve temiz berrak suyu ile bu koru, bildiğimiz çorak, cansız, çirkin doğadan apayrı bir yerdir, çölde bir vahadır» sanki s. 62. Güzel Emine’yi ilk gördüğü yer böyle bir yerdir işte ve kız bir ağacın arkasına saklanmış», Ahmet Celâl suya eğilmiş», aralarında kısa bir konuşma geçer. Ahmet Celâl daha sonraki sayfalarda Emine’den söz ederken yine hayvan ve bitki benzetmelerine başvurur, ama bu kez bitki kuruluk ve çirkinlik çağrışımı yapmaz. Emine körpe bir söğüt dalı»dır s. 110, bir yabani çiçek»tir s. 83; ya da dikenliler, çalılıklar arasında bir dağ gülü» s. 111. Daha sonra Emine ile İsmail’in evlenmesi, bu yaşayan, güzel yeşil dalın kemirilip kurutulacağı anlamını taşır, çünkü erkek kurusu» İsmail bir tırtıl gibi bu dala tırmanacak»tır s. 110. Ahmet Celâl köydeki kendi durumunu, buraya umutlarla gelişini, yararlı olmak isteğini ve hayal kırıklığını anlatırken yer yer bu bitki simgesinden yararlanır. Bir ağaç olmak ister o da. Bir kulaç iki kulaç toprak içinde filizimi sürmek, dal ve budaklarımı aydınlığa doğru uzatmak, meyvamı vermek için Allah’ın rahmetini bekliyorum» s. 92. Ama buna olanak var mı? Türk aydını bu köyde kendi toprağından sökülmüş bir aykırı, bir acayip nebat» olabilir olsa olsa ve kurumaya mahkûmdur. Ahmet Celâl bu gerçeği ancak köyde yaşamaya başladıktan sonra idrak eder burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumaya mahkûm olmak… Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım» s. 29. İki yüz sayfa kadar sonra, romanın bitimine doğru artık gelip beni bir kuru ağaç kütüğü gibi yaksınlar» s. 205 cümlesinde bu imgeyi yankılandırırken başarısızlığını da itiraf etmiş olur. Yabanın dokusunda kullanılan teknik, verdiğim örneklerle açıklığa kavuşmuştur sanırım. Karaosmanoğlu bütün roman boyunca kuru, hastalıklı, pis ve çorak bir doğa imgesi yaratırken bir yandan da çeşitli yollardan köylüleri bu doğayla bütünleştirerek fizik planındaki olumsuz nitelikleri moral plana da yansıtmayı başarır. Anadolu köylüsünü bu denli kötü göstermek için neden bu çaba? Ülkesini seven Karaosmanoğlu neden köylüsünü bu kadar aşağı görüyor; yalnız olumsuz yanlarını seçerek genelleştiriyor ve üstüne üstüne gidiyor? Gerçi Ahmet Celâl’in anı defterinde köylünün içinde bulunduğu durumdan ötürü Türk aydınını suçlayan, bunun nedeni Türk aydını yine sensin» gibi cümlelerle başlayan ve birer nutku andıran parçalar yer alır. Ne var ki, durumdan aydınların sorumlu tutulması, köylünün tek yanlı çizilmiş olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bununla beraber Karaosmanoğlu Yabanın ikinci baskısına 1942 yazdığı bir önsözde romana yöneltilen köylü aleyhtarlığı suçlamasına karşı, sözünü ettiğimiz, kabahati aydınlarda bulan parçalardan alıntılar yaparak savunuyor kendisini, iddiasını desteklemek için 1922’de yazdığı Barbarların Yaktığı Köyler Ahalisine» adlı makalesini önsöze eklemiş ve bu yazıdaki duyguların bilinç altında on yıl yaşadıktan sonra 1932’de, Yaban da daha geniş bir şekilde tekrar dile getirildiğini söylüyor. Adı geçen yazıyı Karaosmanoğlu savaşta Yunan ordularının çekilirken yakıp yıktığı yerleri, oradaki köylülerin aç ve sefil halini gördükten sonra yazmıştı. Köylülere karşı şefkat ve acıma duyguları ile dolu bir yazı bu Hanginiz daha az sefil idi? Hanginiz daha merhamete layıktı? bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa o da, sizin gözleriniz benim gözlerime değdikçe, başımın önüme eğilmesi yüzümün kızarmış olmasıdır… Hayatın en büyük zevki neşvesi ve en büyük şerefi sizin gibi olmak ve sizin aranıza katılmaktır s. 21-23. Suçluluk duygusuyla ezik, köylü karşısında saygılı, utanan bu adamın sözleri bunlar. Ama Yaban’ın yazarı Karaosmanoğlu köylünün önünde bir eziklik ve saygı duymak şöyle dursun, onlarda her gün hiçe saydığım, hor gördüğüm, hatta bazen de tiksindiğim insanlar» diye söz eder. Makalenin yazarı ile Yaban’ın yazarı köylü karşısında zıt tutumları sergileyen iki kişi. Onun için Yaban Karaosmanoğlu’nun dediği ve belki de içtenlikle inandığı gibi on yıl bilinç altında yaşamış bir yürek acısının yeniden dile gelmesi olarak bakılamaz. Aradan geçen on yıl içinde Karaosmanoğlu’nun bilinç altında neler olduğunu bilemeyiz, ama birbirine hemen hemen karşıt bu iki tutumu açıklamak için belki şöyle bir tahmin yürütebiliriz. 1922 ile 1932 arası, Karaosmanoğlu’nun coşkun bir içtenlikle desteklediği devrimlerin yapıldığı yıllardır ve biliyoruz ki geleneklerine ve İslam ideolojisine bağlı Anadolu eşrafı ve köylüsü bu devrimleri benimsemiş değildi. Barbarların Yaktığı Köyler Ahalisi» adlı ve 1922 tarihli yazıda söz konusu edilen köylü, Karaosmanoğlu’nun gidip gördüğü ve acısına saygı duyduğu perişan köylüdür. Yaban’daki köylü ise 1932 yılındaki Kadro’cu Karaosmanoğlu’nun düşündüğü ve her şeyden önce tutuculuğun ve gericiliğin kaynağı olarak gördüğü Anadolu köylüsüdür. Anadolu deyince ne düşündüğünü Yaban daki şu parçadan daha iyi ne anlatabilir? Gerçi burada çekilen sefaletin, yoksulluğun derecesi bence malûmdu. Fakat, bu maddi yoksulluğun içinde bir manevi varlık bulacağımı sanıyordum. Şimdi ne görüyorum? Anadolu.. Düşmana akıl Öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada, millî timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi. s. 147 Yine unutmayalım ki 1932’lerin Kâraosmanoğlu’su demek Kadro dergisinin imtiyaz sahibi, Kadrocuların görüşlerini paylaşan Karaosmanoğlu demektir. Başka şekilde söylersek, devleti, Kurtuluş Savaşı’nın anlamını kavramış ve devrimin bilincine varmış bir aydın grubunun, inkılapçı» bir kadronun yönetmesi gerektiğini savunan bir adam. Kadronun ilk sayısında derginin çıkış amacı açıklanırken deniyor ki İnkılabın irade ve menfaati… azlık fakat ileri bir kadronun iradesinde temsil olunur… İnkılabın derinleşmesi demek… inkılap ahlâk ve disiplininin ileri bir kadronun dimağından genç neslin, şehir halkının ve köylünün dimağına inmesi ve yerleşmesi demektir.» Böylece otoriter bir yönetimle devrimler sürdürülecek, derinleştirilecek ve yeni bir ulus meydana getirilecektir. Madem ki yeni ulusu, Karaosmanoğlu’nun Yaban da söylediği gibi bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep Kadınlarla… yeni baştan yapmak gerekecektir» ve madem ki bu iş aydın bürokratlara düşen bir iştir, o halde bu yönetici sınıfın kullanacağı malzemeyi» gerçekçi bir yaklaşımla tanıması gerekir. Yaban basıldığı zaman Kadro da çıkan yazıların romanı, bu malzemeyi» cesaretle tanıttığı için övdüğünü görüyoruz. Vedat Nedim Tör, Yabanda, tanıtılan köylünün nasıl yenileştirileceğim söylüyor Ona teknik aşısı yapacağız… İleri tekniğin olgun yemişlerini elleriyle toplayan gözleriyle gören köylü, artık yobazların ve softaların safsatalarına kulak asar mı? İnkılapçı aklın anane ve görenek karşısında üstünlüğünü gören köylü artık ileri münevvere yaban diyebilir mi? Vedat Nedim Tör’ün de gözüne batan karşıtlık aynı bir yanda vatanı kurtaran inkılapçılar» ve Qnların karşısında gerici köylü. Sanırım Yaban’da vurgulanan tema’yı köylünün yalnızca olumsuz yönlerinin sergilenmesini ve yaratılmak istenen boğucu atmosferi ancak Karaosmanoğlu’nun ideolojisinin gereği olarak açıklayabilir ve diyebiliriz ki romandaki köy gerçek Anadolu’yu temsil etmez; 1930’lardaki yönetici sınıftan bir aydın bürokratın kafasındaki Anadolu’nun simgesidir. Berna Moran Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış Roman tahlili kitap tahlili nasıl yapılır sorusunu bu konuyla ayrıntılı olarak cevaplamış oluyoruz. İyi bir roman tahlili örneği için öncelikle seçtiğiniz romanı özümseyerek okumalı ve okurken küçük notlar almalısınız. Böylece kurgusuna ve ana özetine daha hakim olursunuz. Yan konular ve mesajlar daha iyi ortaya çıkacaktır. Sonra da elinizdeki şablonu uygulayarak tahlili tamamlayabilirsiniz. Roman tahlili için en önemli noktalardan biri de şahısların ve mekanların çıkartılarak şablonu uygulamaya koymaktır. Şahısların karakterleri, duyguları ve mekanlarla olan ilişkileri net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Özellikle şekil yönüyle incelediğiniz romanlarda kurgu ve konu ilişkisi sizi romanın temasına ve asıl vermek istediği mesaja götürür. Böylece şekil yönüyle incelediğiniz romanın içerik noktasında da ortaya çıkmasını sağlamış olursunuz. İçerik yönüyle inceleme yaparken okuduğunuz kitabın kilit noktaları ve okurken çıkarttığınız notlar size epeyce yol gösterecektir. Roman incelemesi emek ister. Zaman ayırıp belki birkaç defa okumanız gerekebilir. Aklınızda şablon oluşana kadar ve tahlil tüm hatlarıyla şekillenene kadar okumalısınız. Konuyla ilgili videomuzu izleyebilir ve Kitap Arısı adlı kanalımıza abone olup bizi takip edebilirsiniz.. A. Şekil Yönüyle İnceleme 1. Romanın Adı 2. Romanın Yazarı 3. Romanın Basıldığı Yer ve Tarih 4. Romanın Yayınevi veya Yayımlayanı 5. Romanın Ebatları 6. Romanın Sayfa Sayısı B. İçerik Yönüyle İnceleme 1. Olayın Özeti Romandaki ana olayı ve etrafında gelişen küçük olayları iyi saptamak gerekir. a. Romanın Olay Örgüsü b. Romanın Olay Halkalarından Örnekler 2. Kişiler Şahıs Kadrosu a. Asıl Kişiler Karakter analizi yaparken fiziki ve ruhi olarak iki kısımda inceleyebiliriz. I. Fiziki Portre II. Ruhi Portre b. Yardımcı Kişiler Yardımcı karakterlerin fiziki ve ruhi portrelerinde aşırı ayrıntılar ana karakteri gölgede bırakabilir. I. Fiziki Portre II. Ruhi Portre c. Kişiler Arasındaki İlişkiler 3. Olayın Geçtiği Mekanlar Betimlemeler ve betimlemeler arası gelişmelere dikkat edilmelidir. Ana mekanlar ve küçük geçişlerin olduğu mekan ayırt edilmelidir. a. Mekanlar ve Bu Mekanların Özellikleri b. Mekanların Kahraman ve Olaylarla İlişkisi 4. Zaman Daha çok mevsimler ve kronolojik zamanlar dikkat çekicidir. Gece, gündüz ve senelere de dikkat edilmelidir. Zaman ve mekanlar karakterler üzerinde etkili unsurlardır. a. Kronolojik Zaman I. Gündüz II. Gece III. Mevsimler IV. Yıl Roman Tahlili Nasıl Yapılır? b. Zamanda Geriye Dönüşler 5. Anlatıcının Bakış Açısı a. Hakim Bakış Açısı b. Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı c. Gözlemci Bakış Açısı 6. Dil ve Anlatım Özellikleri a. Anlatım Türleri I. Öyküleyici Anlatım II. Betimleyici Anlatım III. Açıklayıcı Anlatım IV. Tartışmacı Anlatım V. Öğretici Anlatım VI. Kanıtlayıcı Anlatım VII. Düşsel Anlatım VIII. Gelecekten Söz Eden Anlatım IX. Coşku ve Heyecana Bağlı Anlatım X. Destansı Anlatım XI. Söyleşmeye Bağlı Anlatım XII. Mizahi Anlatım b. Dil ve Üslup özellikleri I. Akıcılık II. Duruluk-Açıklık III. Yalınlık 7. Romanın Türü a. Tahlil Romanı b. Sosyal Roman c. Macera Romanı d. Tarihî Roman 8. Romanın Konu ve Teması Temadan kasıt olarak romanla verilmek istenen mesaj ve kısaca ana fikir de ortaya konulmalıdır. Bu sayfada Eylül Kitap Özeti Uzun, Eylül Kitap Özeti Kısaca, Eylül Kitap Özeti Olay Örgüsü, Eylül özeti, Eylül kitap özeti ayrıntılı, Eylül özet, Eylül roman özeti, Eylül Kitap Özeti Kısa, Eylül kitap özeti, Eylül kitap özeti kısa bulunmaktadır. *Mehmet RAUF* Romanın kahramanlarında Süreyya Bey, beş yıldır evli olduğu karısı Suat Hanımla birlikte babasının köşkünde oturmaktadır. Süreyya’nın babası yaşlı, halden anlamaz, dediğim dedik bir insandır. Süreyya ve eşi Suat babalarının bu tutumundan memnun değildirler. Evden uzaklaşmak için yaz aylarını babasının Bakırköy’deki şehre uzak bağ evinde geçirmek zorunda kalmaktadırlar. Evde babasıyla birlikte, annesi, kız kardeşi Hacer, eniştesi Fatin, dadı ve hizmetçiler de vardır. Rahatına ve zevkine düşkün bir adam olan Süreyya, bir dairede memurdur. Her zaman yaz aylarını Boğaziçi’nde bir yalıda geçirmenin hayalini kurar. ancak aldığı maaş bu hayali gerçekleştirmek için pek mümkün olmamaktadır. Süreyya’nın halasının oğlu Necip de ara sıra köşke misafir olarak gelir. Necip, çalışmadan yaşayan, vaktinin çoğunu eğlence yerlerinde geçiren, yaşı otuzu geçtiği halde evlilikten kaçan bir gençtir. Hacer, evli olmasına rağmen Necip’e sırnaşmakta onunla gönül eğlendirmektedir. Üstelik eşi kendisi için her şeyini verecek kadar onu sevmektedir. Suat bu duruma da çok kızmaktadır. Kocasına bir sevgiliden çok anne şefkatiyle bağlı olan Suat, evliliklerinde eski heyecanlarının kalmadığını üzülerek hisseder. Kocasını mutlu etmek için bir şeyler yapmak ister. Gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir. Yalı kiralandığı haberi evde duyulunca Hacer, kıskançlığından patlayacak hale gelir. O gece kocası Fatin’le kavga eder. Suat, Necip’i yeni evlerine davet eder. Süreyya ve Suat yalıya yerleşirler. Hem dostları hem de akrabaları olan Necip de Suat ve Süreyya’ nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Necip, bu mutlu çifte imrenerek bakar. Kendisini yalnız hisseder, yaşantısını bir cehenneme benzetir. Necip ara sıra yalıya misafir olarak gelir. Süreyya ile Suat, Necip’in gelmesine çok sevinirler, gitmesini geciktirmek için tuhaf tuhaf bahaneler uydururlar. Suat uzunca bir aradan sonra yeniden piyano çalmaya başlar. Süreyya kendi alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte zaman geçirip piyano çalmaktadır. Başbaşa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey bir şeylerin olduğunu, Suat Hanım’a aşık olduğunu anlar. İçini bir sıkıntı kaplar, onlardan uzaklaşmak ister. Necip, içindeki sıkıntıyı atmak için Beyoğlu’na ve Ada’ya gider, yeni arkadaşlar edinir. Fakat bir türlü aradığı huzuru bulamaz. Aklına Boğaz’da Süreyya ile Suat’ın yalısında geçirdiği günler gelir. Bu durumdan kurtulmaya çalışsa da başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderken de Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır. Daha sonraları Necip’in hastalandığı öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Hastalığın tehlike devresi geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendinden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez. Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Halbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır. Necip bir şekilde sevdiği kadına ilanı aşk eder. Suat’ın tepkilerinden onunda kendisini sevdiğini anlar. İki aşık birbirlerini sevmektedir fakat piyanoyla çaldıkları şarkılarla, sözlerle, bakışlarla… Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül ayı gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Konuyla ilgili tartışırlar. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya bir şeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir. Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer’in davranışları, onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Hacer her fırsatta Necip’i ve Suat’ı sıkıştırır, onlara imalı sorular sorar, ağızlarından laf almaya çalışır. Suat, sürekli olarak Hacer’in gözlerini üzerinde hissettiği için, Necip’e karşı olabildiğince mesafeli ve soğuk davranır. Necip, Suat’ın zihninden geçenleri bilmediği için bu duruma alınır. Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinde kalan Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır. Bir gece konakta yangın çıkar. Herkesi bir telaş ve korku alıp götürür. Canlarını zor kurtarırlar. Etrafta çığlıklar, feryatlar, gürültüler, çatırtılar birbirine karışır. Dumanlar, alevler bir anda konağın her tarafını kaplar. Herkes büyük bir panikle dışarı kaçışır. Süreyya şaşkın bir halde oraya buraya koşar. Suat’ı arar. Ama Suat ortalıklarda yoktur. Süreyya alevlerin içine doğru Suat diye inlemektedir. Suat’ın bulunduğu odanın kapısına gelirler. “Suat!” diye seslenirler. Zayıf bir inilti sesi duyar gibi olurlar. Ortalık yakıcı alevlerle, boğucu dumanla kaplanır. Necip dehşetle haykırarak içeri atılır. Fakat tam bu esnada şiddetli bir çatırtıyla tavan yıkılır, her taraf alevler içinde kalır. Her ikisi de çöken tavanın altında kalırlar. KİTABIN ADI EYLÜL EYLÜL KİTABIN YAZARI Mehmet RAUF EYLÜL YAYIN TARİHİ 2013 Eylül Romanı Kaç Sayfa 256 EYLÜL ROMANININ KONUSU Süreyya ve onun karısı Suat ile akrabaları olan Necip Bey ile aralarında geçen olayları anlatmaktadır. Yasak bir aşk anlatılmaktadır. EYLÜL ROMANININ ANA FİKRİ Aile içi iletişim açısından da değerlendirilebilecek bir aşkı anlatır. Evli bile olsa kişilerin ellerinde olmadan, bir arada bulundukları sürede birbirlerine yakınlaşmaları ile aralarında yaşanan yasak aşkı anlatmaktadır. Psikolojik bir romandır. Eylül kitabındaki şahıslar, eylül roman kahramanları Suat Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e aşık olur. Süreyya Suat’ın kocasıdır. Bir dairede memurdur. Maaşı hayallerine yetmez. Necip Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip, Suat’a aşık olan bir adamdır. Hacer Suat’ın kardeşi ve Necip ile gönül eğlendiren bir kadındır. Eylül Mehmet Rauf’un yayın hayatımıza kazandırdığı romanlardandır. Bu yazıda ünlü edebiyatçılarımızdan Mehmet RAUF’un eylül adlı romanının özeti, eylül romanının olay örgüsü, eylül mehmet rauf özeti kısa, Eylül romanının özeti, Eylül kısa özet, Ortaokul lise öğrencilerinin okuyabileceği kitap özetleri, lise öğrencilerinin okuması gereken bir kitap özeti, 7, 8. Sınıf Ortaokul öğrencilerinin okuyabileceği kitap özetleri, 9 10 11 ve 12. Sınıf lise öğrencilerinin okuması gereken bir kitap özeti bulunmaktadır.

yaban romanının olay örgüsü kısaca